KONYA - BOZKIR GELENEK VE GÖRENEKLERİ
DERLEME :
AHMET PETEKCİ
1931 - 1985
1931 yılında Konya , Bozkır ilçesinin Üçpınar kasabası
Kovanlık köyünde doğdu.Öğrenimine Üçpınar’da başladı ve
Konya’da tamamladı.Ankara Hukuk Fakültesinden maddi
nedenlerle ayrılarak Konya Sosyal Sigortalar Kurumunda
göreve başladı.Bu kuruluşta memur ve Sigorta Müfettişi
olarak çalıştı ve 1982 yılında emekliye ayrıldı.07.05.1985
tarihinde Konya’da vefat etti.
Yaşamı boyunca çevresi ve dostları için çalıştı.Doyduğu
ve doğduğu toprağın insanlarını unutmadan kültürünü
yaşatmaya çalıştı.Halk kültürü ürünlerinin gelecek kuşaklara
kalması için derlemelerde bulundu ve çeşitli basın organla-
rında yayınladı.
GELİR M´OLA
Bir gün gibi ışıl ışıl,
Gelir m´ola mor kâküllüm,
Bürünmüşte koyu yeşil
Gelir m´ola mor kâküllüm,
Yol önünde büklüm büklüm
Hükmeylemiş edâ yüküm
Selâm almış yedi iklim
Gelir m´ola mor kâküllüm,
Yine gördüm ayan beyan
Olmaya bir başka duyan
Düşüvermiş yola yayan
Gelir m´ola mor kâküllüm,
Türk Folk Araştırmaları Dergisi
Ağustos 1952
Sayı : 37
Sayfa:584
Cilt : 2
Sayı : 39
Sayfa: 622-623
Âdetler, An´aneler :
Bozkır Köylerinde
YEYNİLÎK, SAÇ KESME VE BEŞİKKERTME
Yeynilik dökmek:
Halk arasında büyük bir rağbet kazanan Kocakarı ilâçlarından, biri de yeynilik dökmektir;
Yeynilik dökmek gayet basit olduğu kadar, büyük bir safsatadır. Yeynilik dökecek olan kimse 3-7 evden (3-7 sayıları iyi karşılandığı içindir.) Çivi, mil ve çakı gibi pas tutacak olan araçları alır ye bunlara hocaların, türbelerin ve tekkelerin ismini vererek su dolu bir kabın içine kor. Bu kap bir gece dışarıda kalır, ve yıldızları görür.
Sabahleyin bu kaptaki çivileri, milleri ve çakıları çıkarır. Bunların içinde hangisi daha fazla pas tutmuşsa. yeynilik oraya düşer.Buna yeynilik düşmüş denir.
O yerin ekmeği yenirse ekmeğini yerler, suyu içilirse suyunu içerler, okurlarsa okutulur ve türbe - tekke ise ziyaret ederler.
Şayet hastalık bir şifa bulmazsa, «Yeynilik iyi düşmemiş» diyerek tekrar, yeynilik dökerler.
Saç kesme:
Saçı kesilmek, bir kız için ne kadar arsa, erkek için de o kadar kızı kendine bağlamak demektir. Saç kesme âdeti, eskiden beri bir köylü âdeti olarak kalmıştır.
Bir delikanlı sevdiği kıza dünür gönderir. Kız tarafı vermek istemez veya başkaları tarafından da kıza dünür gelirse, o zaman delikanlı kızı kendisine vermeleri ve diğer dünürlerin de cayması için kızın saçının bir parçasını keser. Bir telini de hatta saçını tutsa yine kesmiş olur. Buna saç kesme derler.
Bu zaman ya diğer dünürler çekilir, kızla oğlan evlenir, ekseriya olduğu gibi dünürler daha fazla gelmeye başlar. (Tabiî eski gelen dünürler)Çünkü bu saç kesme, karşıki dünürler için bir ar olur. Kızın babası artık en kuvvetli ve zengin olana kızını verir, öbür dünürler çekilir. Fakat kızın saçını kesen delikanlıyla, kızı alacak olan delikanlı bir birine kin güder ve en küçük fırsatta kavga ederler, hattâ kan da dökülür. Eğer her ikisi de köyün ileri geleni ve arkaları çoksa köyde iki yarcılık (iki kısma ayrılık) başlar; iki taraflar yedisinden yetmişine kadar birbirleriyle konuşmazlar. Yalınız konuşmamakla da kalmazlar, bazen iki çocuğun kavgası köylülerin bir birine girmesine sebep olur. Köylerdeki büyük kanlı kavgalar bunların eseridir.
Beşik kertme ve söz verme :
Halk arasındaki âdetlerden biri de “beşik kertme ve söz verme” dir. Halk arasında söz vermeğe «sözlü» denir.
Birbirine yakın veya biri birini çok severi aileler, evlâtları daha beşikte iken biri birlerine alıvermeye - almaları için - söz verirler.Beşiği bu sözlerin şahidi yaparlar.Bunun için beşiğe üç kertik yaparlar.(Köylü beşikleri tahtadandır.)Eğer beşik kertmezlerse söz verirler.Bu söz verme de şu şekilde olur.”Allah şahit olsun ki büyüdüğü zaman oğluma (kızıma)…….. kızını alacağım.” Bu yemin diyebileceğimiz sözlerden sonra her iki taraf da yere tükürürler.Bazen erkek tarafından bu söz verme bozulursa da devede kulak kalır.
Türk Folk Araştırmaları Dergisi
Ekim 1952
Halk Hekimliği ve İnanmalar:
Bozkırda Bazı Halk Tedavileri
AYDAŞLIK
Yeni doğan hastalıklı ve cılız kalmış çocuklara aydaş denir. Bunun da iki sebebi vardır. Birinci sebebi kırk karışması, ikincisi de nazar (dil değmesi) olması. Yeni doğan çocukları kırk günü doldurdukları zaman yıkarlar. Bu kırk gün içinde bir komşunun veyahut ta köyde olursa köyde bir çocuk doğarsa; bunların kırkı karıştığı için birinden biri aydaş olur. Tedavi etmek için, kırkı karışan çocuğun bulunduğu ev de dahil mahalleyi, köyü dolaştırırlar.Kırkı karışan çocuğun her hangi bir giyeceğini bulup giydirirler.
İkincisi için de, mahalleyi köyü dolaştırırlarsa da, aydaşlık türbelerine götürürler, mezarlıklarına yatırırlar.
Bazı köyde ve mahallede sakar insanlar vardır. Bunlar herhangi bir insana, çocuğa baktıkları zaman o kimsede bir halsizlik meydana gelir. Günden güne sararır, zayıflar ve dermanı kesilir. İşte böyle insanları tedavi etmek için sakar denen insanın bastığı yerden toprak alınır ve hastaya yalatılır. Mangal kömürü yakılarak üzerine üzerlik otunun meyvesi de dökülür ve bundan çıkan dumanı hastaya koklatırlar.
KURŞUN DÖKMEK VE DALAK KESMEK
Türk Folklor Araştırmasının 44 sayısında Atillâ Kılınç Bey Mersinde kurşun dökme ve urasadan bahsediyor. Bu yazıyı okuduktan sonra Konya ve Bozkırdaki kurşun dökmek arasında az çok bir değişiklik gördüğüm için bildiklerimi karınca kaderince anlatmaya çalışacağım.
Kurşun, nazar, yâni dil deymiş insanlara bilhassa çocuklar için dökülür. Bir eleğe, bir demir kaşık, bir makas ve biraz da üzerlik konur. Kurşun herhangi bir kapta eritilir ve içinde su bulunan bir leğenin içine dökülür. Elek de üstüne konur. Eleğin içindekiler dökülmeyecek şekilde leğenin üzerine oturtulur. Bu iş üç defa tekrar edilir. Son defasında küçük bir delik kurşun parçası alınarak çocuğun bir yerine dikilir. Su ve eleğin içindekiler bir çeşmenin ayağına dökülür ve leğen de üzerine kapatılır. Bu halde 24 saat durur.
DALAK KESME
Dalak, sıtmalı insanlarda, akyuvarları meydana getirmek için çalışırken şişmesinden ileri gelen bir karın şişkinliğidir. Diğer koca kan ilaçlan gibi bunun da bir ocağı vardır.Ocak aileden fertlere intikal ettiği gibi elvermek suretiyle de geçer.
Dalaklı adam yanında bulunan yakın akrabalarından biriyle ocağa gider. Dalağı kesen adamın önüne sırt üstü yatar ve üzerine büyükçe bir tahta parçası konur. Dalağı kesen adam eline bir balta alır ve hastanın yanındaki, adama sorar.
— Nereden gelin?
_ Kaf dağının ardından.
_ Neye geldin?
_ Dalak kesmeye.
_ Kesemezsin
_ Keserim
der ve hafifçe tahtaya bir vurur. Bu iş de üç defa, tekrar edilir ve dalak kesilmiş olur.
Türk Folk Araştırmaları Dergisi
Temmuz 1953
Sayı : 48
Sayfa: 756
Araştırmalar :
Karakoyun Masalı Üzerine
YENi DERLEMELER
Bu yaz aylarını Toroslarda geçirdim ve birçok masal ve efsane derledim. Bunlardan biri de meşhur “Kara koyun masalı”na ait yenisi bir şarttır.
Karakoyun masalının bildiğimiz bir şartı vardı: Sürüye tuz yedirip, hiç su içirmeden üç gün dağda otlattıktan sonra suya indirip, kavalla su içirmeden geri çevirmekti.
Bugün 50 yaşında bulunan çoban Abdürrezzak Evmez´den derlediğim şartı naklediyorum.
“Ağanın çobana koştuğu şartlardan biri de iri ve budaklı bir çam kütüğünü parçalamaktır.Bu çam o kadar budaklı ki balta, vurulduğu zaman, taşa vurur gibi sağa sola kayar. Ağa, köyün beylerini, ileri gelenlerini sabahtan toplar ve çobanı da çağırır. Kütüğü ortaya çıkarır, baltayı da çobana verir.Çoban öğleye kadar çalışır, çabalar. Bir türlü kütüğü parçalayamaz. Çoban kıza karşı mahcup olur. Diğer taraftan da rakipleri sevinmektedir. Çoban bu durumdan kurtulmak için, var gücünü harcar; fakat kütükten bir parça dahi kurtaramaz.
Çobanın gömgök ter içinde kaldığını gören kız, dayanamaz; hemen bir yal pişirerek çobanın yanında bulunan köpeğe , döker. Yal sıcak olduğu için köpeğin ağzını yakar ve köpek hafif hafif bağırmaya başlar. Kız, köpeğe söyler gibi yaparak, çobanın işiteceği şekilde :
“_ Hoşt köpek, ağzın yandı, kenardan ye” der.
“Bunu işiten çoban, baltayı kütüğün kenarına vurmaya başlar ve bir müddet sonra parçalamaya muvaffak olur. Kütüğün parçalandığını gören kız sevinçten deliye döner hemen oracığa bayılır düşer.”
Türk Folk Araştırmaları Dergisi
Ağustos 1953
Cilt : 3
Sayı : 49
Bu Ad Nereden Gelmiş :
Hoş mu Erim -höşmerim
Geçen yazılarımın birinde yazı Toroslarda geçirdiğimden ve bir çok hikâye, masal ve efsane dinlediğimden, bunları zamanla yazacağımdan bahsetmiştim.
Bunlardan bir tanesi de «Höşmerim» dir.
Bunu 85—90 yaşında bulunan Asiye Nineden derledim. Vaktiyle kadının birisi, ciftten dönecek kocası için bir yemek pişirmek dilemiş. Fakat şimdiye dek hiç ismini duymadığı, yemediği bir yemek olmasını istemiş Düşünmüş, taşınmış pişirecek bir şey aklına getirememiş. Cam sıkılır, eline bir egirmeç (Kuman) alır, komşusuna kor, gider. Olacak ya komşusu o sırada pekmezle - undan helva pişirirmiş. Bunu görünce, hemen evine döner. Sabahtan aldığı kaymağı getirir, bir tavaya koyar. Üzerine biraz un döker. Unu kavurur.Un kavrulduktan sonra biraz da yağ koyar ve az daha pişirir. Sonra bir tabağın üzerine döker. Bunun üstüne de bir dalak -peteğin küçüğü- bal koyar.
Kocası çiftten döner. O zaman karısı hemen sofrayı kurar. Sıra yeni yemeğe gelince karı kocasına sorar:
__ Hoş mu erim, der.
Ve böylece yeni yemeğin adı Hoş mu erim kalır. Sonradan Hoş mu erim, Höşmerim telaffuzunu alır.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Aralık 1953
Sayı : 53
Sayfa : 843
Mili Giyim ve Elişleri
Konya Oya ve Yaşmakları
El işlemelerimiz, cemiyetimizin modernleşmesiyle yavaş yavaş elini ayağını toplamış,köşede bucakta kalmıştır.Neredeyse tamamen kaybolacaktır. Bu milli elişi hazinelerinden Oya ve Oyalı yaşmaklar, ön safı işgal eder.
Yaşmak, eni boyu bir birine eşit beyaz tülbente denir. Ancak, bunların ard arda gelen üç kenarına oya dikilir ve başa örtülür. Bazen yaşmakların kenarına örülmüş pullar da dikilirse de o kadar kıymet ifade etmez. Bu oyaların (ağırlığı) kıymeti örülüşüyle şekillerindedir. Hemen hemen her renkten iplikle her çiçek şeklinde örülür.
En kıymetli oya iğne oyasıdır . Bunu ikinci olarak mil oyası ve üçüncü olarak ta mekik oyası takip eder.
El oyası (iğne), daha şık ve çok sağlam olur. Bugün bir tanesi, 30 ilâ, 60 lira arasında satılmaktadır.
Mil oyası, iğne oyası kadar tutunmamıştır. Ona göre kıymeti de düşüktür.
Mekik oyası ise, mekikle örülür. Bu oya, daha ucuza elde edilir. Gerek mekik ve gerekse mil oyası olsun, hepsine de aynı çiçekleri yaparlar. Fakat, yukarıda belirttiğimiz gibi elle mekikle ve mille yapılışlarına göre değer kazanırlar.
El oyasının en pahalı olanları; Kirpik, Çiçekli, Zillimaşa’dır.
Mekikle yapılanların en pahalı olanları ise, Metçik, Çiçeklimekik, Sümbül ve Zambaktır.
Mille yapılanların en pahalıları da, Mezartaşı, Enginar ve Fulya´dır.
Bunlardan başka, Kirpigözü, Sarıgül, Düzilik, İğdeçekirdeği, Hercai, Maydanoz ve Yıldız da yapılır.
Bu oyalı yaşmaklar, her zaman giyilmez. Gezmeğe, görücülüğe ve dünürlüğe gidildiğinde örtünülür. Gelinler ise her zaman örtünürler
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Mart 1954
Sayı : 56
Sayfa : 888
Bozkır´da Adet ve Ananeler
Bahçe Dikmek
Bahçe dikmek eleyince, aklınıza meyve ve sebze bahçeleri yapmak gelmesin.
Bizim bahis mevzuu ettiğimiz bahçe çetnevir düzmektir. Bunu:
a) Delikanlılar arasındaki bahçe dikmek
b) Düğünlerde bahçe dikmek
Diye ikiye ayıracağız.
a) Delikanlılar arasındaki bahçe dikmek:
Köy delikanlılarının oturak âlemlerinden biri de bahçe dikmektir. Delikanlılar uzun kış gecelerini eğlenerek geçirmek için müsait bir evde veya köy odasında toplanır.
Tabaklar içine incir, üzüm, fındık gibi envai çeşit yiyecekler konur ve bir sininin üzerine dizilir. Kaynatılmış bulgur (pilâv pişirilen kırılmış bulgur değil) ve patlatılmış mısır konur.
Delikanlılar yanında karı (oynatılan kadın) varsa alkol de olur. Fakat karı pek nadir bulunur. Delikanlılar kendi aralarında çalarlar, oynarlar.
Saat 10-10,30 a kadar kendi aralarında oyun çıkarırlar, fıkra anlatırlar, nükte yaparlar. 10-10.30 dan sonra yemeğe başlarlar. Her delikanlı sinide bulunan yiyecekten birkaç tane alarak cebine kor. Sini üzerindeki yiyecekler tükenene kadar yemeğe devam ederler. Burada yine nükte ve fıkra, anlatılır ve böylelikle delikanlıların, yiyeceklerin hepsinden alamamalarına çalışılır. Yiyecekler tükenince delikanlılardan birisi “bahçe dikeceğiz “der ve ortaya yediklerinden birer ikişer tane çıkarır. Delikanlıların hangisi tam çıkarmazsa ertesi günü çetneviri o düzer.
Zaten cömert olan Türkler için çetnevir ek bir zahmet değil bir vazife sayılır. Delikanlılar bunu hoş bir gece geçirmek İçin yaparlar. Delikanlı demek genç demek değildir; bekâr demektir.
b) Düğünde bahçe dikmek:
Bu bahçe daha ziyade komşu köyler arasında kız alış-verişinde olur.
Düğün alayı kızı almak için gelin kızın köyüne gelirken, gelin kızın köyünün delikanlıları yine bir çetnevir düzer. Düğün alayı köye yaklaşırken onlar da çetnevir sinisiyle beraber köyün yalanında karşılarlar. Düğün alayı bu çetnevir sinisinin önünde durur ve bozup geçmek ister. Bahçeyi diken delikanlılar bozdurmak istemezler, (Bazen kavga, dövüş yaparlar). Onların da bahçe dikmeleri için ısrar ederler. Düğün alayı, daha ziyade bahçeyi parayla diker ve kıymeti tarafların maddî kuvvetiyle ölçülür.
Delikanlılar, koparabildikleri kadar koparırlar ve düğün alayının köye girmesine müsaade ederler.
Düğün alayı köye girer, gelini alır ve döner.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Ağustos 1954
Sayı : 61
Sayfa : 976
Araştırmalar :
Bozkır´da Söylenen Mâniler,Türküler ,Koşmalar
Bozkır, Antalya ve Konya havalisiyle temasta bulunduğu ve erkekleri senenin büyük bir kısmını gurbette geçirdiği için Bozkırda söylenen mâniler, türküler ve koşmalar çok çeşitlidir.
Dilden dile, telden tele dolaştığı için de mânilerin, türkülerin ve koşmaların vezni ve kafiyesi değiştiği gibi, az çok mevzuları ve hattâ özel isimler de değişmiştir. Meselâ: «Ankara’da yedim taze meyveyi» diye başlayan türkü “Acılarda (*) yedim taze meyveyi” şekline girmiştir.
Bozkır´da söylenen mânileri, türküleri ve koşmaları üçe ayırabiliriz:
1.Bozkırlılar tarafından meydana getirilmiş ve Bozkır adlarının geçtiği mâniler, türküler, koşmalar.
2.Mahallileşmiş olanlar.
3. Umumi olarak Türkiye’nin her tarafında söylenen mâniler, türküler, koşmalar.
İşte Bozkır´da yakılan ve söylenen bir Bozkır türküsü: Bu türkü. Bozkır´ın Üçpınar bucağında, büyük kızından evvel küçük kızını evlendiren bir baba ve ana için
söylenmiştir.Dudu, büyük kızın adı; Havva da küçük kızın adıdır.
Arpalık satılır mı
Baba tuz atılır mı
Dudu kız durur iken
Havva kız satılır mı ?
İpe un serilir mi
Çirkinler sevilir mi
Komşular , Havva için
Dudu kız yerilir mi ?
Ak olur tuzla taşı
Severler kara kaşı
Kurur mu Dudu kızın
Akan kanlı göz yaşı.
Yerler ak üzümü de
Kıralın gözü mü de
Bu nasıl ana baba
Havva kız özü müde
Çam içinin yelleri
Severler güzelleri
Evde kalırsa Dudu
Nice olur halleri.
(*) Acılar, Bozkır’da bir köyün adıdır.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Mart 1955
Sayı : 68
Sayfa : 1075
Bozkır’ da
AY HAKKINDA İNANMALAR
Türkler, gerek İslamiyet ten evvelki âdet, an´aneleri , gerek İslâmiyet’i kabul ettikten sonra İslâm ümdelerini birbirleriyle bağdaştırmış ve birbirinden ayrılmayan bir bütün olarak yaşatmıştır.
İşte bunlardan bir tanesi de “ay” üzerindeki düşünceleridir. Türkler. İslâmiyet’i kabul etmezden evvel, Orta Asya’da yaşarken birçok adlarının sonuna “ay” ismini getirerek birleşik bir isim meydana getirirlerdi. İslâmiyet’i kabul ettikleri zaman, ay üzerindeki düşünceleri daha kutsal ve ulvî bir şekil aldı. Bilhassa Hazreti Muhammet´in gösterdiği ay mucizesi, Türklerin ve diğer Müslüman kavimlerin hayatında büyük bir rol oynamaya başladılar. Ondan yardım ummaya başladılar.
Yeni ay zamanında,ayın parlaklığının sihrine kapılan halk:
Ay gördüm Allah
Amentü billâh
Nuru gözüme
Şevki yüzüme
Hep günahlarım
Kâfir kızma.
Diyerek günahlarının af edilmesi ve gözünü nurlanmasını yüzünün aydınlanmasını dilerler.
Kadınlar arasındaki inanışlara göre mayasıl, kengi ismi verilen bâzı romatizma ve emsali hastalıklar yeni ve eski ay zamanında artar veya azalır.
Ay yeni görüldüğü zaman hastalık artarsa, o ay iyi sayılmaz. Hastalık hafiflerse, iyi sayılır.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Mart 1957
Sayı : 93
Sayfa : 1484
Gelenek ve Görenekler:
Bozkır´da Ferfene
Bozkır´da delikanlıların kış gecelerini hoş geçirmek için tertip ettikleri eğlencelerden biri de ferfenedir. Bekâr olmayan genç, delikanlı sayılmaz, içlerinden en cesur ve becerikli olanı baş seçerler. Buna delikanlı başı, denir. Delikanlılar, yapacakları işleri, delikanlı başından müsaade aldıktan sonra yaparlar.
Delikanlılar, f ertene günü, durumlarına göre , gönüllerinden koptuğu kadar un, bulgur ,yağ, hatta koyun ire keçi getirirler. Un ,bulgur ve mercimek gibi yiyecekleri satarlar. Yerine başka şeyler alırlar. Keçi ve koyunları keser, etlerinin bir kısmını kavururlar. Kavurmadan çeşitli yemekler yaparlar. Yanına kavun,üzüm,karpuz gibi soğukluklardan da hazırlarlar.Yatsı ezanından sonra yemeğe başlarlar.İhtiyarlar görüp geçirdikleri halde, gençlerin yanında kadın bulunmasına izin vermezler.
Yemeğe, delikanlı başının iznini almadan önce kim başlarsa, onu hemen altı okka yaparlar. Hem de önüne bahçe dikerler .
Bahçe dikmek, müsaadesiz yiyenin borcu haline gelir. Gelecek ziyafetin masrafını çeker ve hazırlar. Konya´da bu yemiş ve meyve sofrasına çetnevir denilir.
İzinsiz yiyen delikanlı gelecek ferfeneyi hazırlamakla vazifelendirilince delikanlı başı, müsaade eder, delikanlılar yemeğe başlarlar. Yemekler yendikten sonra gece alemi başlar, bu da Konya´nın oturak âlemidir.
Delikanlılar, gece yansından soma neşe içinde evlerine dağılırlar.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Aralık 1959
Sayı : 125
Sayfa : 2040
Halk İnanışları :
BOZKIR’DA ÇOÇUK HASTALIKLARI TEDAVİSİ
AYDAŞLIK
Bozkırda en mühim çocuk hastalıklardan birisi de Aydaşlıktır. Kırkı karışan çocuklardan bir tanesi daha gürbüz, diğeri zayıf ve hastalıklı ise, gürbüz çocuk zayıfı bastırmış olur.
Bunun tedavisi için de birçok usuller vardır.
Evvel emirde, kırkı karıştığı çocuğun evinin etrafını dolaştırırlar. O çocuğun her hangi bir giyeceğini bulup çocuğa giydirirler. Yine iyiliğe doğru gitmeyecek olursa, ne yapıp yaparlar, zayıf çocuğun annesi, gürbüz çocuğun evinden yiyecek tedarik ederek yer.
Çocuk bununla da biraz olsun iyileşmeyecek olursa, onu, gürbüz çocuğun evine götürürler. Beraberce yemek yenilir. Anneleri bir birlerinin çocuklarını emzirirler.
Bazı köy mezarlıklarında büyük ve ortası delik kayalar vardır. Bu kayalar da Aydaşlık için bire birdir. Buradan aydaş çocuklar geçirilir.
SARILIK
Bilhassa küçük çocuklarda görülen sarılık hastalığı ve zafiyet neticesi hasıl olan sarılık için de çeşitli tedavi usulleri vardır. Bu hastalığın doktorları pratik dişçiler ve berberlerdir.
Burun ve kaşların birleştiği yeri baş ve işaret parmağı ile ovarak kanı kaçırırlar. Sonra keskin bir usturayla ucu ile yararlar. Buradan çıkan kanı çocuğun gözlerine sürerler. Daha sonra sirke içirirler ve bir kısmını da yine gözlerine sürerler. Çocuğa bir hafta tatlı yedirmezler. Bir hafta sonra çocuk da bir şeycik kalmaz.
SAKAT KALMAMAK İÇİN
Bazı çocukların, duvar başlarında oynarken veya ağaçtan düştüğü zaman sakat kalmaması için düştükleri yere düşen tarafından soğan kabuğu ve kepek karıştırılarak dökülür. Bunu yapan, hiç arkasına bakmadan ve kimseyle konuşmadan eve gelir.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Haziran 1962
Sayı : 155
Sayfa : 2443
Derlemeler:
KONYA TÜRKÜLERİ
Konya Türkülerini uzun bir zamandan beri toplamak için uğraşıp duruyordum.
Önce, rahmetli Saatçi Murat Tiftikle başladım.Fakat ömrü vefa etmedi. Rahmetlinin elinde, büyücek bir deftere eski yazı ile yazılmış Konya türküleri bulunmakta idi.Eski yazı bilen bir kimseye okutur, okunmayan yerlerini de Murat Tiftik’e söyletirdim. Vefatından sonra bu defteri arattım, fakat bulamadım.
Konya Türkülerini üç kuşaktan topladık. Birinci kuşak, bugün 60 — 70 yaşlarında bulunmaktadır. Bunlar mızrap tutamıyor, Fakat el alışkanlığı ve kulak dolgunluğu bir çok türkülerin makamlarının bulunmasında yardımcı oluyor.
İkinci kuşak ise, 40 — 60 yaşlarında bulunmaktadır. Bunlar birinci kuşağa nazaran Konya Türkülerini değiştirmişlerdir. Bir çok Türküleri de Konya´ya mal etmişlerdir.
Üçüncü kuşak olarak sınıflandıracağımız ise 30 — 40 yaşlarında bulunanlardır.Bunlar biraz daha ikinci kuşağı geliştirmişlerdir.
Bu üç kuşaktan, esas aldığımız birinci kuşaktır.
Konya Türkülerini birçok civar vilâyet ve kazaları kendilerine mal etmektedir. Mızrap vuruşundaki özellikler, söylenişteki ağız, türkülerdeki nakarat ve süsler Konya Türkülerinin karakteristik özelliğidir.
Mesela, Horozum türküsünü Eskişehir benimsemektedir. Eskişehir´deki mızrap, ağız ve süsle Konya’daki arasında çok fark vardır. Biz bunun Konya Türküsü olduğunu her zaman için ispata hazırız.
Konya’nın büyük bir il olması ve uzun zaman Selçuklu Devletinin başkenti bulunması Konya’yı merkezileştirmiştir. Konya’yı tîcari ve iktisadi cepheden ziyaret eden herkes, Konya’dan bir şey koparmıştır. Memleketine döndüğünde kendisine mal etmiş ve sonradan o memleketin malı olmuştur.
Ürgüplü Refik Başaranın Türkülerinin hemen hepsi Konya’nındır.
Konya Türkülerinin toplanmasında büyük emeği geçen Murat Tiftîk´i rahmetle, anar, Kâzım Köroğlu, Selçuk Es, Memduh Derin, Mustafa Telci, Keçeci İsmail,Çalkaranın Mehmet Ali’ye teşekkürü borç bilirim.
EDALI BEBEK
Minarenin alemi
Çalık kaşın kalemi
Sana güzel dedimse
Yak mı dedim âlemi
Aman edalı bebek
Tandım edalı bebek
Doldur içelim
Minarede ezan var
Gölgesinde gezen var
Şu Konya’nın İçinde
Güngörmedik güzel var
Aman edalı bebek
Tandım edalı bebek
Doldur içelim
Asmaya bak asmaya
Dibindeki yosmaya
Kızlar pazara çıkmış
Onbeş arşın basmaya
Aman edalı bebek
Tandım edalı bebek
Doldur içelim
APTALIN KIZI ALÎME
Alimenin samanlıktır sarayı
Altını görünce almaz parayı
Aptalın kızı Alime
Efelerin gelsin yanıma
Billahide kıyarım canına
Alimenin güne karşı odası
Sevişirken çıka geldi kocası
Aptalın kızı Alime
Efelerin gelsin yanıma
Billahide kıyarım canına
Alimeyi has bahçede bastılar
Şalvarını gül dalına astılar
Aptalın kızı Alime
Efelerin gelsin yanıma
Billahide kıyarım canına
BEN ATIMI NALLATIRIM
Ben atımı
Okka da nal ile
Ben kızları oynatırım
Dökmede zil ile
Engürü de kaymağı
Bu nerenin oynağı
Kendisi ufacık
Memeleri topacık
Çekin kır atımı
Nalbanda nallasın
Vur cellat boynumu
Kanım yere damlasın
Engürü de kaymağı
Bu nerenin oynağı
Kendisi ufacık
Memeleri topacık
Çekin kır atımı
Binek taşına
Ellerim erişmez
Eğerde kaşına
Engürü de kaymağı
Bu nerenin oynağı
Kendisi ufacık
Memeleri topacık
Çekin kır atımı
Vurun gemini
Üstüne binenler
Sürsün demini
Engürü de kaymağı
Bu nerenin oynağı
Kendisi ufacık
Memeleri topacık
SAFFET EFENDi
Kara kuşun
Havadadır oyunu
Değme şahinlere
Vermez payını
Saffet efendi
Kahve tükendi
Beni buralardan
Al git efendi
Hanım cama dayandı
Cam al kana boyandı
Uykulardan uyandı
…………….
Bahar gelir
Yaz gelir aman
Haydi üç kız bize
Az gelir aman
Toprak tencerede
Pakla pişer mi
Kız oğlan kızların
Karnı şişer mi
Saffet efendi
Kahve tükendi
Beni buralardan
Al git efendi
Atı olan
El atına biner mi
Yiğit olan
Sözlerinden döner mi
Saffet efendi
Kahve tükendi
Beni buralardan
Al git efendi
Üç giderde
Beş ardıma bakarım
Ela gözden
Kanlı yaşlar dökerim
Saffet efendi
Kahve tükendi
Beni buralardan
Al git efendi
KESİK ÇAYIR
Kesilmiş ağaç başıyım
Yıkılmış köşe başıyım
Kınamayın hey ahbablar
Ben beş oğlan kardaşıyım
Aman kaymakam kızı kızı
Aldattın bizi bizi
Kara çadır is mi tutar
Yağlı martin pas mı tutar
Ağlarsa hep anam ağlar
Elin kızı yas mı tutar
Aman kaymakam kızı kızı
Aldattın bizi bizi
Kara çadırlar kuruldu
İçinde demler sürüldü
Arafa bayram gecesi
Kardaşım Osman vuruldu
Aman kaymakam kızı kızı
Aldattın bizi bizi
İNCE ÇAYIR
İnce çayır biçilir mi
Sular ayaz içilir mi
Bana yardan vazgeç derler
Yar tatlıdır geçilir mi
Ağam ben yandım paşam ben yandım
İllerin köyünde eğlendim kaldım
Bir vefasız yare bağlandım kaldım
Aman ördek yeşil ördek
Kanadını deşir ördek
Çift gidersinde tek gelirsin
Hani senin eşin ördek
Ağam ben yandım paşam ben yandım
İllerin köyünde eğlendim kaldım
Bir vefasız yare bağlandım kaldım
Elinizden elinizden
Kurtulaydım dilinizden
Yeşil başlı ördek olsam
Sular içmem gölünüzden
Ağam ben yandım paşam ben yandım
İllerin köyünde eğlendim kaldım
Bir vefasız yare bağlandım kaldım
ÇAY BENiM ÇEŞME BENÎM
Çay benim çeşme benim
Ardıma düşme benîm
Madem bana, küskünsün
Önümden geçme benim
Çaya indim çay susuz
Mahmur gözler uykusuz
İllerin yari geldi
Nerde bizim gaygusuz
Çaya indim taş buldum
Yüksüğüme kaş buldum
İller ne derse desin
Ben yanıma eş buldum
KONYALI
Hani benim elli direm tomatam
Konya´lıdan olsun benim kaynatam
Hani benim elli dirhem bulgurum
Konya´lının kaşlarına vurgunum
Hani benim elli direm
İçer içer gider benim merakım
Hani benim elli direm şekerim
Sen sarhoş ol ben kahrini çekerim
Akşehir´den, Karaman´dan, Konya’dan
Alamadım havasımı dünyadan
Hani benim maşrafamın kalayı
Şimdi geçti Konyalının alayı
ÇAY KENARI
Çay kenarına bostan ektim sel aldı
Küçücükten bir yar sevdim
Anan öldü baban öldü kim kaldı
Konma durnam konma çaylar derin çöllere
Ben gidersem meyil verme illere
Yol kenarında bostan ektim yayıldı
Çapkın oğlan bir bıçakta bayıldı
Gitme dedi yar boynuma sarıldı
Konma durnam konma çaylar derin çöllere
Ben gidersem meyil verme illere
Çay kenarına bostan ektim düz bitti
Nazlı yarim bizim elden tez gitti
Tezgel yarim, tezgel sabrım bitti
İnme durnam inme çaylar derin çöllere
Ben gidersem meyil verme illere
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Ağustos 1962
Sayı : 157
Sayfa : 2799-2800-2801
Konya Folklorunda Gelenekler :
Bozkır ilçesinde Beşik Kertme
Bozkır sırtını Toros dağlarına dayamış, göğsünü vadi vadi Akdeniz´e açmıştır. Bozkır, Göksu ve Çarşamba Çayının doğduğu Suğla Gölünün konakladığı yerdedir. Dağları çam, ladin, meşe, şimşir ile kaplanmış yavşan, kekik ile süslü, vadileri elma, ceviz, erik söğüt ve kavak ağaçları ile donanmıştır Bozkırın. Bağları hevenk hevenk üzümle dağları kovan kovan balla taşar,
Böyle bir yurt köşesi Bozkır olur mu? Olmuş işte. Kim demiş ise demiş, Serüstat Sırıtstat olmuş ve sonradan da Bozkır olmuş, işte bu Bozkır Konya´nın ilçesi Bozkır´dır.
Göksu, Tufan Deresi yaylasının Beşpınar dağlarından doğar. Hadim ve Silifke´den dolanarak Akdeniz´e dökülür. Çarşamba Çayı Sorkun Köyünden doğar, Dere, Çat köyünü selâmlayarak Bozkır´a gelir, konaklanarak yoluna devam eder. Beyşehir Gölünden gelen kanal Suğla Gölünden biraz kuvvetlendikten sonra Çarşamba Çayı ile kucaklaşır. Apa köyünde baraj olur, Çumra ve Konya köylerini sular.
Erkeğinin yüzde doksanı senenin sekiz on ayını dışarıda gurbet ellerde geçiren Bozkır´ın örf, adet ve ananelerinden bahsedeceğiz.
Hikmetini Allah bilir, ama biz gözlerimizle gördük. Halen de görmekteyiz. Ailelerde erkek çocuk sayısı kız çocuklarından fazladır. Bundan dolayı da kız çocuklar daha ergenlik çağına gelmeden evlenir. O kadar küçük yaşta evlenirler ki evliliğin ne olduğunu, nasıl bir külfetin altına girdiklerini bilmedikleri gibi, çocukluklarına bile doyamamışlardır. Bunun sebebi Torosların havasından suyundan mı, yoksa toprağından mı, nedir, nasıldır, birden bire gelişirler. Büyüyüp selvileşirler. Erkekler, kız çocuklarına nazaran daha geç evlenirler. Bunun sebebi askerliktir.
Bozkır´da erkek çocukların büyüyüp ergen hale gelmesi, yaşının ilerlemesi, daha yaşlıların nazarında, adam olmasına yetmez.İlle askerliğini yapması lazım. Askerlik yapmayan delikanlı ne erkektir, ne de adam olmuştur. Erkek olması, adam olabilmesi, bir kızla evlenebilmesi için kutsal asker ocağında karavana yemesi lâzımdır.
Yakın kan bağı olan ve samimi aileler kan bağlarının devamı ve samimiyetlerinin bekası için erkek ve kız çocuklarını evlendirmek isterler. Erkek çocukların ebeveyni, can bağı bulman ve samimi ve içli – dışlı oldukları ailelerin kız çocuğu doğunca anne ve babasından kızı oğullarına gelin olarak vermelerini istemeye, bir nevi dünürlüğe giderler ve isterler. Aileler her ne kadar çocuklarının ileride ne olacağını bilmeseler de söz keserler. Bunun teyidi için de daha kırkı çıkmamış kız çocuğunun mışıl mışıl uyuduğu beşiğe bıçakla bir kertik açar, işaret ederler.
Bu işarete BEŞÎK KERTME derler.O kız , o erkek çocuğunun sözlüsü olur. İlerde çok mühim bir sebep olmazsa mutlaka evlenirler. Bu satırların yazarı da bir beşik kertme sözlüsü olarak büyümüş, daha sonra onunla nişanlanarak üç yıl nişanlı kaldıktan sonra evlenmiştir.
Bu evliliğin mahzur ve faydaları yok değildir. Kız ve erkekte görünür bir hastalık ve ölüm olmadıkça beşik kertme akdi devam eder. Hastalık olursa o zaman bu akit bozulabilir. Şunu da hemen söyleyelim ki halen kız ve erkek tarafı, karşı tarafın anne ve babasının muvafakatini almadan bir kıza talip olmaz. Aynı zamanda köy yerinde aileler bir birini yakınen tanıdıkları için dengi bir aileden kız alır ve dengi bir aileye kız verirler.
Aile ,kızını kendi arzusuna bırakıp, davulcuya ve zurnacıya varmasını oğlunun da ayağını yorganından çıkarmasını istemez.
Bu şekilde evlenmeler aileleri birbirine bağlar. Toprak bölünmelerini önler. Fakat yakın akrabaların birbirleriyle evlenmeleri tıbbi bakımdan bazı mahzurları da davet eder.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Şubat 1972
Sayı : 271
Sayfa : 6223
Gelenekler ve Eğlenceler
Bozkır Düğünleri ve Bayrak
Bozkır denince, göz önüne ağaçsız, susuz, taşlık bir arazi gelir. Bizim konumuz olan Bozkır, Konya´nın bir ilçesi olup, Toros dağlarının kucağında ve Çarşamba çayının vadisinde kurulmuştur.
Bozkır´da düğünler Türk bayrağı olmadan yapılmaz. Oğlan evinin en yakın akrabası bayraktarlık yapar. Bir Türk bayrağını, bir bayrak direğine çekerler. Bayrak oğlan evinin düğün gününden üç, beş gün evvel dikilir. Bayraktar, bayrağı muhafaza
ve davetlilere hizmet etmekle mükelleftir.Bayraktar civar köylerden gelen davetlilerin yiyecekleri yemekleri, yatacakları yerleri temin etmek ve onları Türk örf ve geleneklerine göre ağırlamak mecburiyetindedir.
Bozkır´da düğünler çarşamba günü başlar. Çarşamba sabahından itibaren davetliler oğlan evine gelmeye başlarlar.Sazlar çarşamba sabahından itibaren düzen tutarlar, davetlileri eğlendirmeye başlarlar.
Düğünler ekseriya güzün olduğu için, ya damlarda yada düğün evinin bitişiğinde bulunan harmanda yapılır.
Civar köylerden davet edilen misafirler, düğün evinin köyün birkaç kilometre mesafesine geldikleri zaman, silâh atarak geldiklerini haber verirler.
Silâh seslerini duyan Bayraktar bayrağı alır, hep birlikte ve sazların eşliğinde misafirleri karşılamaya giderler. Bir taraftan da misafirler düğün evine doğru gelirler. Bu karşılamada gecikme olur ve ilgisiz davranılırsa, davetliler silâh atarak geri dönerler. Böylelikle düğün sahiplerine karşı küskünlüklerini belirtirler. Bu durum düğün sahipleri içte büyük bir hakaret olduğu için düğün sahibi ve bilhassa bayraktar çok titiz davranır ve misafirleri küstürmemeye dikkat ederler.
Bazı hallerde davetliler bir kaç köyden aynı zamanda gelir.O zaman,bayraktar bir tarafa giderken, köyün delikanlıbaşı da bir kısım arkadaşı ile diğer tarafı karşıla-maya gider.
Her nereye gidilirse gidilsin, bayrak olduğu zaman bayraktar daima önde, diğerleri arkada gider. Bu da bayrağa hürmetin ifadesidir.
Bayraktar, davetlilere yaklaştığı zaman bayrağı dalgalandırarâk selâm verir.
Davetlilerle karşılayıcılar birlikte silah atarak düğün evine dönerler.
Şehirlerde damadı kaçırmak, damadın eşyalarını saklamak gibi üsünler (1) köy düğünlerinde daha ziyade bayrak kaçırmak şeklinde tezahür eder.
Bayraksız düğün olmadığı için bayraktar bayrağı muhafaza etmek mecburiyetindedir.Bayrağı kaptırmak onun için büyük züldür. Bu sebeple bayrağı kimseye kaptırmamaya çalışır.
Üsün (bazı yörelerde rüsüm): gelenek anlamına
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Mart 1974
Sayı : 295
Sayfa : 6903-6904
Konya´da Gelenekler:
ZÜLÜF KOYMAK VE SAÇ KESMEK
Anadolu inananların, Anadolu inançların yurdu. Anadolu insanı inandı mı yürekten inanır. Anadolu insanı sevdi mi candan sever. Anadolu insanına sevmediğini sevdirmek için zorlayamazsınız. Fazla, üstüne varacak olursanız suyu baştan bulandırır. Anadolu insanı bundan dolayı geleneklerine içten bağlıdır.
Anadolu’nun dağlık bölgelerinde yaşayan insanlar gelenek ve inançlarına daha çok bağlıdırlar. Kasabalardan ve şehirlerden uzak kaldıkları için saftırlar, arıdırlar. Bir kadının veya kızın bir tek saç kılının bir cinayet sebebi ve hatta kan davasının başlangıcı olduğu vakidir.
Bozkır, Konya ilinin dağlık bir ilçesidir. Konya ile Bozkır arasındaki yol Konya’da başlar, Bozkırda biter. Bundan dolayı gelenekler karışmamış, dejenere olmamıştır.
Yazımıza konu olan saç kesmek ve zülüf koymak bizim çocukluğumuzda gördüklerimiz ve merak ederek sorup öğrendiklerimizdir.
Bozkır´da gelin olmamış kızların, dul kalmış veya eşi askere gitmiş bayanların saçları kesilmez, saçlar tabiî büyümesine bırakırlar. Gelinler , kızlar ve yaşlı bayanlar saçlarını daha ziyade iki pelik halinde örerler.
Gelin olacak kızın kına gecesinde kınası yakılırken saçları kulaklarının alt memesi hizasından kesilir. İlerde uzayınca yine aynı şekilde kesimi yapılır.
Eşi askere giden gelinlerle dul kalmış bayanlar zülüf koymazlar. Bunlar saçlarını uzatırlar. Gelinlerin eşleri askerden döndükten sonra tekrar zülüf koyarlar.
Bir saç kesme yöntemi ve geleneği daha vardır. Bir delikanlı sevdiği kızın annesine ve babasına dünür göndererek kızı istetir. Kız tarafı vermeyecek olursa, delikanlı kıza bir yerde rastladığı zaman saçından bir parçasını keser. Bu saç kesilmesi kız ve tarafı için bir onur meselesidir. Kız için bir leke sayılır. Kız gelin dahi olsa kavgalarda başına kakarlar. Bundan dolayı bu saç kesmeler iki taraf arasında kavgaya sebep olduğu gibi cinayete kadar da gider. Hatta kan dâvalarının başlangıcı olurlar.
Köyün ileri gelenleri bu saç kesme olayından hemen sonra olaya, hemen el atarlar. Kız ve oğlan tarafını barıştırarak kızı oğlanla evlendirmeye çalışırlar. Köyde bir husumetin doğmasına meydan vermemeye uğraşırlar. Bu işte hemen hemen yüzde yetmiş seksen başarı gösterilir.
Saç kesmekle erkek kızı sevdiğini,onun için her türlü belâyı göze aldığını göstermek ister.Ayrıca saçın kesilmesi kız için bir ayıptır.Başka erkekler tarafından alınmak imkanı kalmaz.
Sonra “ kurt dişlediğini alır” diye bir deyim vardır. Kurt bir sürüye dalıp bir koyunu yakalar ve götürmezse,ikinci gelişinde bu koyunu mutlaka alır götürür.Kurt misali erkek bu suretle kızın saçını kesmekle onu dişlemiş olur.Kız tarafı saçı kesilen kızı , erkek ailesinin ısrarı üzerine vermek durumunda kalır.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Temmuz 1979
Sayı : 360
Sayfa : 8713
ELLERİN OLSUN
Canlar canını arayıp buldum
Dünya nimetleri ellerin olsun
Attım benliğimi öz ile doldum
İnsan nimetleri ellerin olsun
Aldanıp güvenme dünya malına
Katreyi ararken ummana daldım
Gözüm gönlüm doydu gülşen gülüne
Hakkın cemaliyle baş başa kaldım
Harçsız bir duvara oturmuş dünya
Al ile yeşille gözleri boyar
Bu sırra erenler görmezler rüya
Hakkın varlığını içinde duyar.
Bizim Anadolu Gazetesi -25.02.1972
GÖNÜL
Güzellerde vefa olmaz;
Her gülene kanma gönül.
Haşre kadar çilen dolmaz,
Boş boşuna yanma gönül..
Her yâd ile yâd yâd olan
Ağyar ile âbât olan
Çevri cefayla şad olan,
Melek olsa kanma gönül.
Böyledir dünya ahvali,
Değişiyor insan hali,
Güzel, olsa da oğul balı,
Bir lokmacık banma gönül..
Bir kaş, bir göz,bazen resim
Hep değişir mevsim mevsim.
Bağlamasın bir tebessüm,
Vefadandır sanma gönül..
Ahmet bitmez bu feryadın,
Sevdin, «Mecnun» oldu adın.
Adım adım hep aradın,
Bulamazsın yanma gönül...
ÇAĞRI FİKİR-SANAT DERGİSİ
Mart 1973
Sayı : 182
Sayfa : 11
CUMHURİYET TARİHİMİZİN FOLKLOR
KÜLLİYAT YAYINLARI
Fikir,sanat,kültür dünyamıza hizmet
edenleri rahmetle anarız.
Efsaneler
EVDİREŞE
Konya´nın 6 kilometre Güney — Doğusunda, Abdürresit köyünün bir kilometre doğusunda ve Konya — Karaman yolu üzerinde bir höyük vardır. Bu höyüğün teşekkülünün garip bir rivayeti var. Höyüğün küçük oluşu bu varyantın sağlığını kuvvetlendirmektedir.
Alaaddin Keykubat Han ile , Alaiye Tekfuru bir türlü hudut meselesini halledemezler, bahara kadar harp hazırlığı yaparlar, geç güze kadar harp ederler. Karlar yağıp, yollar kapanınca kalelere çekilirler, yine yılmak, usanmak bilmeden harp hazırlığına başlarlarmış. Bahara da tekrar harp tutarlar, böylelikle yıllarca harp devam eder, gidermiş.
Nihayet hududun tespitinde şöyle bir karar alırlar. Her iki Kral hükümet merkezinden horozlar öterken hareket edecekler ve karşılaştıkları yer, hudut olacak.
Alaaddin Keykubat Han horoza biber ve tuz yedirir. Tellal çağırtarak, kendisine yaya olarak refakat edecek kişiye tek kızı Eşe Sultanı vereceğini ilan eder.
Sarayın çobanı Eşe´yi sevmektedir. Çoban bu işe talip olur. Eşe de çobanın bu arzusunu babasına kabul ettirir. Günü gelince horozlar öterken Alaaddin Hanla çoban yola düşerler. Arap atı köpüre köpüre, çoban kan ter içinde yaya olarak yola devam ederler. At ne kadar rahvan giderse, çobanın o kadar çabası artar. Alaaddin Han bir türlü çobanı geçemez.
Sabaha doğru, Hadimin Taşkent´i -Pirlerkondu - ne vasıl olurlar. Hünkar çeşmeden su içmek için susağı doldurur, fakat çeşmedeki kadın susağın içine çam yaprağı atar. Hünkar üç defa susağı doldurur. Kadın üç defasında da çam yaprağını içine atar. Dördüncü defasında çam yaprağını atmaz ve Hünkarla çoban sularını içer, yollarına devam ederler. Biraz daha gittikten sonra Alaiye Tekfuru ile karşılaşırlar. Otururlar. Konuşurlar ve nihayet hudut taşını dikmeye karar verirler. Alaiye Tekfuru büyük bir taşın dikilmesini teklif eder. Keykubat Han ise çobana emrederek:
— Atın torbasına toprak doldur da buraya döküver, der.
Çoban torbayı doldurur ve döker, biraz sonra bir torba toprak büyücek bir höyük olur.
O günden bu güne Konya ile Antalya arasındaki sınır bu höyük olur. Keykubat Hanla, çoban Taskent´e dönerler. Yine çeşmeden su içerler. Keykubat Han sabahki kadını aratır. Kadına:
— Susağa çam yaprağını niçin attın, diye, sorar.
— Sultanım, terliydiniz, su size dokunacaktı. Çam yaprağını atmakla sizi oyalamış ve terinizi soğutmuş oldum ve böylelikle de tesirini azaltmış oldum.
Alaaddin Han bunun üzerine:
— Dile benden ne dilersen der.
— Sağlığını dilerim Sultanım, cevabını alır.
Sultan:
--Ne istersen vereceğim, diye ısrar eder. Kadın yine:
- Sağlığını isterim, sultanım , der.
O zaman Taşkent nahiyesinin dokuduğu bezler Konya’da damgalanır ve bundan dolayı da bir miktar para alırlarmış. Taşkentliler bundan bıkmış usanmışlar.
— Hünkarım bizim bezlerimiz Konya´da damgalanır ve bir miktar para alırlar, ferman buyurun da almasınlar, der.
Kevkubat Han:
— Bezleriniz damgalanmasın, Çamlarınız da kurumasın, der.
O gündür bu gündür çamlar kurumaz ve hiç bir çam budandıktan sonra filiz vermediği halde, Taşkent´in çamları filiz verir.
Çoban ile Kevkubat Han yola çıkar, Kevkubat Han atını sürer. Çoban koşar. Konya’ya yaklaştıkça Eşe Sultan hastalanır, yemez, içmez. Kimseyle konuşmaz. Memleketin ne kadar ünlü hekimi varsa çağırırlar, bir ttirlii deva bula-mazlar.
Kevkubat Han, Abdurreşit köyüne yaklaştıkça, içini yavaş yavaş kemiren gururun tesirinden kurtulamaz. Bir çobana kızını vermek istemez. Bunun için de çobanı öldürmek ister. Atını üzerine sürer. Çobanın aşkı ona hız verir. O zaman Kevkubat Han mendilini yere atar. Çobana almasını emreder. Fakat Çoban Kevkubat Han´ın maksadını hisseder ve yalvarır:
— Kıyma sultanım, bana kıyarsan evladına kıyarsın, der. Fakat Kevkubat Han, mendili alması için ısrar eder ve Çoban eğilince, kılıncını çekerek başını uçurur.
Kevkubat Han Konya´ya yaklaşınca ne karşılayıcı geleni görür ne Konya’ da koyup gittiği neşeyi bulabilir. Herkeste bir sessizlik ve üzüntü. Kimseye bir şey soramaz, Saraya gelir. Ana Sultan:
— Hünkarım, bir tek evladın Eşe sultan rahmeti rahmana kavuştu.Bu sabaha kadar çok iyi idi. birden bire bozuldu ve hiçbir şey yemedi. Memleketin ünlü hocalarını ve hekimlerini çağırdık, bir çare bulamadılar. Hastalığı rnüddetince «Koş, koş, daha hızlı koş, durma koş…Babam sözünde durur» diye inledi.
Ölürken de «Babam, beni çobanın mezarının yanına koysun», dedi. Cenaze sizi bekliyor Sultanim, der.
Keykubat Han büyük bir cenaze töreni hazırlatır. Çobanın öldüğü yere büyücek bir mezar kazdırır. Çobanı buraya gömdürür. Eşe´nin cenazesini de getirtir ve çobanın kucağına koyar.
— Evdir Eşem, yat der.
Bu mezar birden bire büyür ve bir höyük olur. Bu höyüğe, halk Evdireşe adını koyar.
Abdürreşit köyü höyüğe yakın olduğu için Abdürreşit ismi unutulup, köyün adı da Evdireşe diye anılmaya başlar.
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
Yıl : 1958
Sayı : 109
Sayfa : 1746-1747
Ahmet PETEKCİ’ den kalan Ahmet PETEKCİ ler
Sol başta Ahmet Petekci oğlu Ahmet PETEKCİ
Soldan üçüncü Ahmet Petekci yiğeni Ahmet Orhun PETEKCİ
Soldan dördüncü Ahmet Petekci torunu Ahmet Raşit PETEKCİ
Ahmet Petekci nin doğduğu ev Karabayır Köyü Yonuzlu Mahallesi
Ahmet Petekci’nin dedesi Petel Ahmat (Kadıoğlu –Kadılar sülalesinden) Ermence de mezarlığında