Üye Girişi
Şifremi Hatırlat Şifremi Hatırlat
| |
Yeni Üyelik Yeni Üyelik

Konya - BozkırKonya - Bozkır
KARABAYIRKARABAYIR
KöyüKöyü
wwwwww
.bozkirkarabayirkoyu..bozkirkarabayirkoyu.
comcom

Dernek
Dernek Logosu Dernek Logosu

Basın Bülteni Basın Bülteni



AHMET PETEKÇİ DERLEMELER


 
 




KONYA  -  BOZKIR GELENEK  VE  GÖRENEKLERİ

 

 

 

 

      DERLEME :

 

 AHMET PETEKCİ

1931 - 1985

 

 

        1931 yılında Konya , Bozkır ilçesinin Üçpınar kasabası

Kovanlık köyünde doğdu.Öğrenimine Üçpınar’da başladı ve

Konya’da tamamladı.Ankara Hukuk Fakültesinden maddi

nedenlerle ayrılarak Konya Sosyal Sigortalar Kurumunda

göreve başladı.Bu kuruluşta memur ve Sigorta Müfettişi

olarak çalıştı ve 1982 yılında emekliye ayrıldı.07.05.1985

tarihinde Konya’da vefat etti.

 

         Yaşamı boyunca çevresi ve  dostları için çalıştı.Doyduğu

ve doğduğu toprağın insanlarını unutmadan kültürünü

yaşatmaya çalıştı.Halk kültürü ürünlerinin gelecek kuşaklara

kalması için derlemelerde bulundu ve çeşitli basın organla-

rında yayınladı.

 

GELİR   M´OLA

 

Bir gün gibi ışıl ışıl,

Gelir m´ola mor kâküllüm,

      Bürünmüşte koyu  yeşil

         Gelir m´ola mor kâküllüm,

 

 Yol önünde büklüm büklüm

        Hükmeylemiş edâ yüküm

     Selâm  almış yedi iklim

         Gelir m´ola mor kâküllüm,

 

       Yine gördüm ayan beyan

      Olmaya bir başka duyan

     Düşüvermiş yola yayan

        Gelir m´ola mor kâküllüm,

 

                                      Türk Folk Araştırmaları Dergisi

Ağustos 1952

                                               Sayı  : 37

Sayfa:584

 

 

 

Cilt : 2

Sayı   : 39

Sayfa: 622-623

Âdetler, An´aneler :

 

Bozkır  Köylerinde

 

YEYNİLÎK, SAÇ KESME  VE  BEŞİKKERTME

 

 

Yeynilik dökmek:

Halk arasında büyük bir rağbet kazanan Kocakarı ilâçlarından, biri de yeynilik dökmektir;

Yeynilik dökmek gayet basit olduğu kadar, büyük bir safsatadır. Yeynilik dökecek olan kimse 3-7 evden (3-7 sayıları iyi karşılandığı içindir.) Çivi, mil ve çakı gibi pas tutacak olan araçları alır ye bunlara hocaların, türbelerin ve tekkelerin ismini vererek su dolu bir kabın içine kor. Bu kap bir gece dışarıda kalır, ve yıl­dızları görür.

Sabahleyin bu kaptaki çivileri, milleri ve çakıları çıkarır. Bunların içinde hangisi daha fazla pas tutmuşsa. yeynilik oraya düşer.Buna yeynilik düşmüş denir.

O yerin ekmeği yenirse ekmeğini yerler, suyu içilirse suyunu içerler, okurlarsa okutulur ve türbe - tekke ise ziyaret ederler.

Şayet hastalık bir şifa bulmazsa, «Yeynilik iyi düşmemiş» diyerek tekrar, yeynilik dökerler.

 

Saç kesme:

 

Saçı kesilmek, bir kız için ne kadar arsa, erkek için de o kadar kızı kendine bağlamak de­mektir. Saç kesme âdeti, eskiden beri bir köylü âdeti olarak kalmıştır.

Bir delikanlı sevdiği kıza dünür gönderir. Kız tarafı vermek istemez veya başkaları tarafından da kıza dünür gelirse, o zaman delikanlı kızı kendisine vermeleri ve diğer dünür­lerin de cayması için kızın saçının bir parçasını keser. Bir telini de hatta saçını tutsa yine kesmiş olur. Buna saç kesme derler.

                                                                          

Bu zaman ya diğer dünürler çekilir, kız­la oğlan evlenir, ekseriya olduğu gibi dünürler daha fazla gelmeye başlar. (Tabiî eski ge­len dünürler)Çünkü bu saç kesme, karşıki dünürler için bir ar olur. Kızın babası artık en kuvvetli ve zengin olana kızını verir, öbür dünürler çekilir. Fakat kızın saçını kesen de­likanlıyla, kızı alacak olan delikanlı bir birine kin güder ve en küçük fırsatta kavga ederler, hattâ kan da dökülür. Eğer her ikisi de köyün ileri geleni ve arkaları çoksa köyde iki yarcılık (iki kısma ayrılık) başlar; iki taraflar yedisinden yetmişine  kadar birbirleriyle konuşmazlar. Yalınız konuşmamakla da kalmazlar, ba­zen iki çocuğun kavgası köylülerin bir birine girmesine sebep olur. Köylerdeki büyük kanlı kavgalar bunların eseridir.

 

Beşik kertme ve söz verme :

Halk arasındaki âdetlerden biri de “beşik kertme ve söz verme” dir. Halk arasında söz vermeğe «sözlü» denir.

Birbirine yakın veya biri birini çok severi aileler, evlâtları daha beşikte iken biri birlerine alıvermeye - almaları için - söz verirler.Beşiği bu sözlerin şahidi yaparlar.Bunun için beşiğe üç kertik yaparlar.(Köylü beşikleri tahtadandır.)Eğer beşik kertmezlerse söz verirler.Bu söz verme de şu şekilde olur.”Allah şahit olsun ki büyüdüğü zaman oğluma (kızıma)…….. kızını alacağım.” Bu yemin diyebileceğimiz sözlerden sonra her iki taraf da yere tükürürler.Bazen erkek tarafından bu söz verme bozulursa da devede kulak kalır.

 

                                               Türk Folk Araştırmaları Dergisi

Ekim 1952

 

 

 

Halk Hekimliği ve İnanmalar:

 

Bozkırda Bazı Halk  Tedavileri

 

AYDAŞLIK

 

Yeni doğan hastalıklı ve cılız kalmış çocuklara aydaş denir. Bunun da iki sebebi var­dır. Birinci sebebi kırk karışması, ikincisi de nazar (dil değmesi) olması. Yeni doğan çocukları kırk günü doldurdukları zaman yı­karlar. Bu kırk gün içinde bir komşunun ve­yahut ta köyde olursa köyde bir çocuk doğar­sa; bunların kırkı karıştığı için birinden biri aydaş olur. Tedavi etmek için, kırkı karışan çocuğun bulunduğu ev de dahil mahalleyi, köyü dolaştırırlar.Kırkı karışan çocuğun her hangi bir giyeceğini bulup giydirirler.

İkincisi için de, mahalleyi köyü dolaştırırlarsa da, aydaşlık türbelerine götürürler, mezarlıklarına yatırırlar.

Bazı köyde ve mahallede sakar insanlar vardır. Bunlar herhangi bir insana, çocuğa baktıkları zaman  o kimsede bir halsizlik meydana gelir. Günden güne sararır, zayıf­lar ve dermanı kesilir. İşte böyle insanları tedavi etmek için sakar denen insanın bas­tığı yerden toprak alınır ve hastaya yalatı­lır. Mangal kömürü yakılarak üzerine üzer­lik otunun meyvesi de dökülür ve bundan çıkan dumanı hastaya koklatırlar.

 

KURŞUN DÖKMEK VE DALAK KESMEK

Türk Folklor Araştırmasının 44 sayısın­da Atillâ Kılınç Bey Mersinde kurşun dökme ve urasadan bahsediyor. Bu yazıyı okuduk­tan sonra Konya ve Bozkırdaki kurşun dök­mek arasında az çok bir değişiklik gördüğüm için bildiklerimi karınca kaderince anlatmaya çalışacağım.

Kurşun, nazar, yâni dil deymiş insanlara bilhassa çocuklar için dökülür. Bir eleğe, bir demir kaşık, bir makas ve biraz da üzerlik konur. Kurşun herhangi bir kapta eritilir ve içinde su bulunan bir leğenin içine dökülür. Elek de üstüne konur. Eleğin içinde­kiler dökülmeyecek şekilde leğenin üzerine oturtulur. Bu iş üç defa tekrar edilir. Son defasında küçük bir delik kurşun parçası alı­narak çocuğun bir yerine dikilir. Su ve eleğin içindekiler bir çeşmenin ayağına dökülür ve leğen de üzerine kapatılır. Bu halde 24 saat durur.

 

DALAK KESME

 

Dalak, sıtmalı insanlarda, akyuvarları meydana getirmek için çalışırken şişmesin­den ileri gelen bir karın şişkinliğidir. Diğer koca kan ilaçlan gibi bunun da bir ocağı vardır.Ocak aileden fertlere intikal ettiği gibi elvermek suretiyle de geçer.

Dalaklı adam yanında bulunan yakın ak­rabalarından biriyle ocağa gider. Dalağı ke­sen adamın önüne sırt üstü yatar ve üzerine büyükçe bir tahta parçası konur. Dalağı ke­sen adam eline bir balta alır ve hastanın yanındaki, adama sorar.

—  Nereden gelin?

_   Kaf dağının  ardından.

_   Neye geldin?

_   Dalak kesmeye.

_   Kesemezsin

_   Keserim  

der  ve   hafifçe   tahtaya   bir vurur. Bu iş de üç defa, tekrar edilir ve da­lak kesilmiş olur.

                                                                 

 

Türk Folk Araştırmaları Dergisi

Temmuz 1953

Sayı  : 48

Sayfa: 756

 

Araştırmalar :

 

    Karakoyun Masalı  Üzerine

 

YENi DERLEMELER

 

Bu yaz aylarını  Toroslarda geçirdim ve birçok masal ve efsane derledim. Bunlardan biri de meşhur “Kara koyun masalı”na ait yenisi bir şarttır.

Karakoyun masalının bildiğimiz bir şartı vardı: Sürüye tuz yedirip, hiç su içirmeden üç gün dağda otlattıktan sonra suya indirip, kavalla su içirmeden geri çevirmekti.

Bugün 50 yaşında bulunan çoban Abdürrezzak Evmez´den derlediğim şartı naklediyo­rum.                                    

“Ağanın çobana koştuğu şartlardan biri de iri ve budaklı bir çam kütüğünü parçalamaktır.Bu çam o kadar budaklı ki balta, vu­rulduğu zaman, taşa vurur gibi sağa sola kayar. Ağa, köyün beylerini, ileri gelenlerini sa­bahtan toplar ve çobanı da çağırır. Kütüğü ortaya çıkarır, baltayı da çobana verir.Çoban öğleye kadar çalışır, çabalar. Bir türlü  kütüğü parçalayamaz. Çoban kıza karşı mah­cup olur. Diğer taraftan da rakipleri sevin­mektedir. Çoban bu durumdan kurtulmak için, var gücünü harcar; fakat kütükten bir parça dahi kurtaramaz.

Çobanın gömgök ter içinde kaldığını gö­ren kız, dayanamaz; hemen bir yal pişirerek çobanın yanında bulunan köpeğe , döker. Yal sıcak olduğu için köpeğin ağzını yakar ve köpek hafif hafif bağırmaya başlar. Kız, kö­peğe söyler gibi yaparak, çobanın işiteceği  şekilde :

“_ Hoşt köpek, ağzın yandı, kenardan ye” der.

 

“Bunu işiten çoban, baltayı kütüğün ke­narına vurmaya başlar ve bir müddet sonra parçalamaya muvaffak olur. Kütüğün parça­landığını gören kız sevinçten deliye döner hemen oracığa bayılır düşer.”

                                                                          

Türk Folk Araştırmaları Dergisi

Ağustos 1953

Cilt :  3

Sayı : 49

 

Bu Ad Nereden Gelmiş :

 

Hoş mu Erim -höşmerim

 

Geçen yazılarımın birinde yazı Toroslarda geçirdiğimden ve bir çok hikâye, masal ve ef­sane dinlediğimden, bunları zamanla yazaca­ğımdan bahsetmiştim.

Bunlardan bir tanesi de «Höşmerim» dir.

 

Bunu 85—90 yaşında bulunan Asiye Ni­neden derledim. Vaktiyle kadının birisi, ciftten dönecek kocası için bir yemek pişirmek dilemiş. Fakat şimdiye dek hiç ismini duyma­dığı, yemediği bir yemek olmasını istemiş Dü­şünmüş, taşınmış pişirecek bir şey aklına ge­tirememiş. Cam sıkılır, eline bir egirmeç (Kuman) alır, komşusuna kor, gider. Olacak ya komşusu o sırada pekmezle - undan helva pişirirmiş. Bunu görünce, hemen evine döner. Sabahtan aldığı kaymağı getirir, bir tavaya koyar. Üzerine biraz un döker. Unu kavurur.Un kavrulduktan sonra biraz da yağ koyar ve az daha pişirir. Sonra bir tabağın üzerine döker. Bunun üstüne de bir dalak -peteğin küçüğü- bal koyar.

Kocası çiftten döner. O zaman karısı hemen sofrayı kurar. Sıra yeni yemeğe gelince karı kocasına sorar:                

__ Hoş mu erim, der.

Ve böylece yeni yemeğin adı Hoş mu erim kalır. Sonradan Hoş mu erim, Höşmerim telaffuzunu alır.

 

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                               Aralık 1953

                                               Sayı    : 53

                                               Sayfa  : 843

 

 

Mili  Giyim  ve Elişleri

 

Konya Oya ve Yaşmakları

 

El işlemelerimiz, ce­miyetimizin modernleşmesiyle yavaş yavaş elini ayağını toplamış,köşede bucakta kalmıştır.Neredeyse tamamen kaybolacaktır. Bu milli elişi hazinelerinden Oya ve Oyalı yaşmaklar, ön safı işgal eder.

Yaşmak, eni boyu bir birine eşit beyaz tülbente denir. Ancak, bunların ard arda gelen üç kenarına oya dikilir ve başa örtülür. Bazen yaşmakların kenarına örülmüş pullar da dikilirse de o kadar kıymet ifade etmez. Bu oyaların (ağırlığı) kıymeti  örülüşüyle şekillerindedir. Hemen hemen her renkten iplikle her çiçek şeklinde örülür.

En kıymetli  oya  iğne oyasıdır . Bunu ikinci olarak mil oyası ve üçüncü olarak ta mekik oyası  takip eder.

El   oyası (iğne), daha şık ve çok sağlam olur. Bugün bir tanesi, 30 ilâ, 60 lira arasında satılmaktadır.

Mil oyası, iğne oyası kadar tutunmamıştır. Ona göre kıymeti de düşüktür.

Mekik  oyası  ise, mekikle örülür. Bu oya, daha ucuza elde edilir. Gerek mekik ve gerekse mil oya­sı olsun, hepsine de aynı  çiçekleri yaparlar. Fakat, yukarıda belirttiğimiz gibi elle mekikle ve mille yapılışlarına göre değer kazanırlar.

 

El oyasının en pahalı olanları; Kirpik, Çiçekli, Zillimaşa’dır.

Mekikle yapılanların en pahalı olanları ise, Metçik, Çiçeklimekik, Sümbül ve Zam­baktır.              

Mille yapılanların en pahalıları da, Mezartaşı, Enginar ve Fulya´dır.

 

Bunlardan başka, Kirpigözü, Sarıgül, Düzilik, İğdeçekirdeği, Hercai, Maydanoz ve Yıldız da yapılır.

Bu oyalı yaşmaklar, her zaman giyilmez. Gezmeğe, görücülüğe ve dünürlüğe gidildiğinde örtünülür. Gelinler ise her zaman örtünürler

 

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                        Mart  1954

                                                        Sayı  : 56

                                                        Sayfa  : 888

 

Bozkır´da Adet ve Ananeler

 

Bahçe Dikmek

 

Bahçe dikmek eleyince, aklınıza meyve ve sebze bahçeleri yapmak gelmesin.

Bizim bahis mevzuu ettiğimiz bahçe çetnevir düzmektir. Bunu:

a)  Delikanlılar arasındaki  bahçe dikmek

b)  Düğünlerde bahçe dikmek

 

 Diye ikiye ayıracağız.

 

a) Delikanlılar arasındaki  bahçe dikmek:

 

Köy delikanlılarının oturak âlemlerinden biri de bahçe dikmektir. Delikanlılar uzun kış gecelerini eğlenerek geçirmek için müsa­it bir evde veya köy odasında toplanır.

Tabaklar içine incir, üzüm, fındık gibi envai çeşit yiyecekler konur ve bir sininin üzerine dizilir. Kaynatılmış bulgur (pilâv pi­şirilen kırılmış bulgur değil) ve patlatılmış  mısır konur.

Delikanlılar yanında karı (oynatılan ka­dın) varsa alkol de olur. Fakat karı pek na­dir bulunur. Delikanlılar kendi aralarında ça­larlar, oynarlar.

Saat 10-10,30 a kadar kendi aralarında oyun çıkarırlar, fıkra anlatırlar, nükte ya­parlar. 10-10.30 dan sonra yemeğe başlarlar. Her delikanlı sinide bulunan yiyecekten bir­kaç tane alarak cebine kor. Sini üzerindeki yiyecekler tükenene kadar yemeğe devam ederler. Burada yine nükte ve fıkra, anlatılır ve böylelikle delikanlıların, yiyeceklerin hep­sinden alamamalarına çalışılır. Yiyecekler tü­kenince delikanlılardan birisi “bahçe dikece­ğiz “der ve ortaya yediklerinden birer ikişer tane çıkarır. Delikanlıların hangisi tam çıkar­mazsa ertesi günü çetneviri o düzer.

Zaten cömert olan Türkler için çetnevir ek bir zahmet değil bir vazife sayılır. Delikanlılar bunu hoş bir gece geçirmek İçin yaparlar. Delikanlı demek genç demek değil­dir; bekâr demektir.

b) Düğünde bahçe dikmek:

 

Bu bahçe daha ziyade komşu köyler arasında kız alış-verişinde olur.

Düğün alayı kızı almak için gelin kızın köyüne gelirken, gelin kızın köyünün delikan­lıları yine bir çetnevir düzer. Düğün alayı köye yaklaşırken onlar da çetnevir sinisiyle beraber köyün yalanında karşılarlar. Düğün alayı bu çetnevir sinisinin önünde durur ve bozup geçmek ister. Bahçeyi diken delikan­lılar bozdurmak istemezler, (Bazen kavga, dövüş yaparlar). Onların da bahçe dikmele­ri için ısrar ederler. Düğün alayı, daha zi­yade bahçeyi parayla diker ve kıymeti taraf­ların maddî kuvvetiyle ölçülür.

Delikanlılar, koparabildikleri kadar ko­parırlar ve düğün alayının köye girmesine müsaade ederler.

Düğün alayı köye girer, gelini alır ve döner.

 

 

Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                               Ağustos 1954

                                               Sayı    : 61

                                               Sayfa  : 976

Araştırmalar :

 

Bozkır´da Söylenen Mâniler,Türküler ,Koşmalar

 

Bozkır, Antalya ve Konya havalisiyle temasta bulunduğu ve erkekleri senenin bü­yük bir kısmını gurbette geçirdiği için Bozkırda söylenen mâniler, türküler ve koşmalar çok çeşitlidir.

Dilden dile, telden tele dolaştığı için de mânilerin, türkülerin ve koşmaların vezni ve kafiyesi değiştiği gibi, az çok mevzuları ve  hattâ özel isimler de değişmiştir. Meselâ: «Ankara’da yedim taze meyveyi» diye başla­yan türkü “Acılarda (*) yedim taze meyveyi” şekline girmiştir.

Bozkır´da söylenen mânileri, türküleri ve koşmaları üçe ayırabiliriz:

1.Bozkırlılar tarafından meydana getirilmiş ve Bozkır adlarının geçtiği mâniler, türküler, koşmalar.

2.Mahallileşmiş olanlar.

3. Umumi olarak Türkiye’nin her tarafında söylenen mâniler, türküler, koşmalar.

 

İşte Bozkır´da yakılan ve söylenen bir Bozkır türküsü: Bu türkü. Bozkır´ın Üçpınar bucağında, büyük kızından evvel küçük kızını  evlendiren bir baba ve ana için

söylenmiştir.Dudu, büyük kızın adı; Havva da küçük kızın adıdır.         

 

         Arpalık satılır mı

         Baba tuz atılır mı

         Dudu kız durur iken

         Havva kız satılır mı ?

 

         İpe un serilir mi

         Çirkinler sevilir mi

         Komşular , Havva için

         Dudu kız yerilir mi ?

 

         Ak olur tuzla  taşı

         Severler kara kaşı

         Kurur mu Dudu kızın

         Akan kanlı göz yaşı.

 

         Yerler ak üzümü de

         Kıralın gözü mü de

         Bu nasıl ana baba

         Havva kız özü müde

        

         Çam içinin yelleri

         Severler güzelleri

         Evde kalırsa Dudu

         Nice olur halleri.

        

 

 

(*) Acılar, Bozkır’da bir köyün adıdır.

 

 

 

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                        Mart  1955

                                                        Sayı    : 68

                                                        Sayfa  : 1075

 

 

 

Bozkır’ da

      AY HAKKINDA İNANMALAR

 

Türkler, gerek İslamiyet ten evvelki âdet, an´aneleri , gerek İslâmiyet’i kabul   ettikten sonra İslâm ümdelerini birbirleriyle bağdaştırmış ve birbirinden ayrılmayan bir bütün olarak yaşatmıştır.

İşte bunlardan bir tanesi de “ay” üzerindeki düşünceleridir. Türkler. İslâmiyet’i kabul etmezden evvel, Orta Asya’da yaşarken birçok adlarının sonuna “ay” ismini getirerek birleşik bir isim meydana getirirlerdi. İslâmiyet’i kabul ettikleri zaman, ay üzerindeki düşünceleri daha kutsal ve ulvî bir şekil aldı. Bilhassa Hazreti Muhammet´in gösterdiği ay mucizesi, Türklerin  ve diğer Müslüman kavimlerin hayatında büyük bir rol oynamaya başladılar. Ondan yardım ummaya başladılar.

Yeni ay zamanında,ayın parlaklığının sihrine kapılan halk:

 

Ay gördüm Allah

Amentü billâh

Nuru gözüme

Şevki yüzüme

Hep günahlarım

Kâfir kızma.

 

Diyerek günahlarının af edilmesi ve gö­zünü nurlanmasını yüzünün aydınlanmasını dilerler.

Kadınlar arasındaki  inanışlara göre mayasıl, kengi ismi verilen bâzı romatizma ve emsali hastalıklar yeni ve eski ay zamanında artar veya azalır.

Ay  yeni görüldüğü zaman hastalık ar­tarsa, o ay iyi sayılmaz. Hastalık hafiflerse, iyi sayılır.

 

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                        Mart  1957

                                                        Sayı    : 93

                                                        Sayfa  : 1484

                                              

 

 

 

Gelenek ve  Görenekler:

 

Bozkır´da Ferfene

 

         Bozkır´da delikanlıların kış gecelerini hoş ge­çirmek için tertip ettikleri eğlencelerden biri de ferfenedir. Bekâr olmayan genç, delikanlı sayılmaz, içlerinden en cesur ve becerikli olanı baş seçerler. Buna  delikanlı başı, denir. Delikanlılar, yapacakları işleri, delikanlı başından müsaade aldıktan sonra yaparlar.

 

Delikanlılar, f ertene günü, durumlarına göre , gönüllerinden koptuğu kadar un, bulgur ,yağ, hatta koyun ire keçi getirirler. Un ,bulgur ve mercimek gibi yiyecekleri satarlar. Yerine başka şeyler alırlar. Keçi ve koyunları keser, etlerinin bir kısmını kavururlar. Kavurmadan  çeşitli yemekler yaparlar. Yanına kavun,üzüm,karpuz gibi soğukluklardan da hazırlarlar.Yatsı ezanından sonra yemeğe başlarlar.İhtiyarlar görüp geçirdikleri halde, gençlerin yanında kadın bulun­masına izin vermezler.

Yemeğe, delikanlı başının iznini almadan önce kim başlarsa, onu hemen altı okka yapar­lar. Hem de önüne bahçe dikerler .

Bahçe dikmek, müsaadesiz yiyenin borcu ha­line  gelir. Gelecek ziyafetin masrafını çeker ve hazırlar. Konya´da bu yemiş ve meyve sofrası­na çetnevir denilir.

İzinsiz yiyen delikanlı gelecek ferfeneyi hazırlamakla vazifelendirilince  delikanlı  başı, müsa­ade eder, delikanlılar yemeğe başlarlar. Yemek­ler yendikten sonra gece alemi başlar, bu da Konya´nın oturak âlemidir.

Delikanlılar, gece yansından soma neşe içinde  evlerine dağılırlar.

 

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                        Aralık   1959

                                                        Sayı    : 125

                                                        Sayfa  : 2040

 

 

Halk İnanışları :

 

BOZKIR’DA  ÇOÇUK HASTALIKLARI  TEDAVİSİ

 

AYDAŞLIK

 

Bozkırda en mühim  çocuk hastalıklardan  birisi de Aydaşlıktır. Kırkı karışan çocuklardan bir tanesi daha gürbüz, diğeri zayıf ve hastalıklı ise, gürbüz çocuk zayıfı bastırmış olur.

Bunun tedavisi için de birçok usuller vardır.                                      

Evvel emirde, kırkı karıştığı çocuğun evinin etrafını dolaştırırlar. O çocuğun her hangi bir giyeceğini bulup çocuğa giydirirler. Yine iyiliğe doğru gitmeyecek  olur­sa, ne yapıp yaparlar, zayıf çocuğun annesi, gürbüz çocuğun evinden yiyecek tedarik ederek yer.

Çocuk bununla da biraz olsun iyileşmeyecek olursa, onu, gürbüz çocuğun evine götürürler. Beraberce yemek yenilir. Anneleri bir birlerinin çocuklarını emzirirler.

Bazı köy mezarlıklarında büyük ve or­tası delik kayalar vardır. Bu kayalar da Aydaşlık için bire birdir. Buradan aydaş çocuklar geçirilir.

 

 

SARILIK

 

Bilhassa küçük çocuklarda görülen sa­rılık hastalığı ve zafiyet neticesi hasıl olan sarılık için de çeşitli tedavi usulleri var­dır. Bu hastalığın doktorları pratik dişçiler ve berberlerdir.

Burun ve kaşların birleştiği yeri baş ve işaret parmağı ile ovarak kanı kaçırırlar. Sonra keskin bir usturayla ucu ile yararlar. Buradan çıkan kanı çocuğun gözlerine sürerler. Daha sonra sirke içirirler ve bir kısmını da yine gözlerine sürerler. Çocuğa bir hafta tatlı yedirmezler. Bir hafta sonra çocuk da bir şeycik kalmaz.

 

 

SAKAT  KALMAMAK İÇİN

 

Bazı çocukların, duvar başlarında  oynarken veya ağaçtan düştüğü zaman sakat kalmaması için düştükleri  yere düşen tarafından soğan kabuğu  ve kepek karıştırılarak dökülür. Bunu yapan, hiç arkasına bakmadan ve kimseyle konuşmadan eve gelir.

 

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                        Haziran 1962

                                                        Sayı    : 155

                                                        Sayfa  : 2443

 

 

 

 

Derlemeler:

 

KONYA TÜRKÜLERİ

 

 

Konya Türkülerini uzun bir zamandan beri toplamak için uğraşıp duruyordum.

Önce, rahmetli Saatçi Murat Tiftikle başladım.Fakat ömrü vefa etmedi. Rahmetlinin elinde, büyücek bir deftere eski yazı ile yazılmış  Konya türküleri bulunmakta  idi.Eski yazı  bilen bir kimseye okutur, okunmayan yerlerini de Murat Tiftik’e söyletirdim. Vefatından sonra bu defteri arattım, fakat bulamadım.

Konya Türkülerini üç kuşaktan topladık. Birinci kuşak, bugün 60 — 70 yaşlarında bulunmaktadır. Bunlar mızrap tutamıyor, Fakat el alışkanlığı ve kulak dolgunluğu bir çok türkülerin makamlarının bulunmasında yardımcı oluyor.

İkinci kuşak ise, 40 — 60 yaşlarında bulunmaktadır. Bunlar birinci kuşağa nazaran Konya Türkülerini değiştirmişlerdir. Bir çok Türküleri de Konya´ya mal etmişlerdir.

Üçüncü  kuşak olarak sınıflandıracağımız ise 30 — 40 yaşlarında bulunanlardır.Bunlar biraz daha ikinci kuşağı geliştirmişlerdir.

Bu üç kuşaktan, esas aldığımız birinci kuşaktır.

Konya Türkülerini birçok civar vilâyet ve kazaları kendilerine mal etmektedir. Mızrap vuruşundaki özellikler, söylenişteki ağız, türkülerdeki  nakarat ve süsler Konya Türkülerinin karakteristik özelliğidir. 

Mesela, Horozum türküsünü Eskişehir benimsemektedir. Eskişehir´deki mızrap, ağız ve süsle Konya’daki arasında çok fark vardır. Biz bunun  Konya Türküsü olduğunu her zaman için ispata hazırız.

Konya’nın  büyük bir il olması ve uzun zaman Selçuklu Devletinin  başkenti bulunması Konya’yı  merkezileştirmiştir. Konya’yı tîcari ve iktisadi cepheden ziyaret eden herkes, Konya’dan  bir şey koparmıştır. Memleketine döndüğünde kendisine mal etmiş ve sonradan o memleketin malı olmuştur.

Ürgüplü Refik Başaranın Türkülerinin hemen hepsi Konya’nındır.

Konya Türkülerinin  toplanmasında büyük emeği geçen  Murat Tiftîk´i rahmetle, anar, Kâzım Köroğlu, Selçuk Es, Memduh Derin, Mustafa Telci, Keçeci İsmail,Çalkaranın  Mehmet Ali’ye teşekkürü borç bilirim.

 

EDALI BEBEK

Minarenin alemi

Çalık kaşın kalemi

         Sana güzel dedimse

Yak mı dedim âlemi

 

 

Aman edalı bebek

Tandım edalı bebek

Doldur içelim

 

Minarede ezan var

Gölgesinde  gezen var

Şu Konya’nın İçinde

Güngörmedik güzel var

 

Aman edalı bebek

Tandım edalı bebek

Doldur içelim

 

 

Asmaya bak asmaya

Dibindeki yosmaya

Kızlar pazara çıkmış

Onbeş arşın basmaya

 

 

Aman edalı bebek

Tandım edalı bebek

Doldur içelim

 

 

APTALIN KIZI ALÎME

 

Alimenin samanlıktır sarayı

Altını görünce almaz parayı

 

Aptalın kızı  Alime

Efelerin gelsin yanıma

Billahide kıyarım canına

 

Alimenin güne karşı odası

Sevişirken çıka geldi kocası

 

Aptalın kızı  Alime

Efelerin gelsin yanıma

Billahide kıyarım canına

 

Alimeyi has bahçede bastılar

Şalvarını gül dalına astılar

 

         Aptalın kızı  Alime

Efelerin gelsin yanıma

Billahide kıyarım canına

 

 

BEN ATIMI  NALLATIRIM

 

Ben atımı

Okka da nal ile

Ben kızları oynatırım

Dökmede zil ile

 

Engürü de kaymağı

Bu nerenin oynağı

Kendisi ufacık

Memeleri topacık

 

Çekin kır atımı

Nalbanda  nallasın

Vur cellat boynumu

Kanım  yere damlasın

 

 Engürü de kaymağı

Bu nerenin oynağı

Kendisi ufacık

Memeleri topacık

 

Çekin kır atımı

Binek taşına

Ellerim  erişmez

Eğerde kaşına

 

Engürü de kaymağı

Bu nerenin oynağı

Kendisi ufacık

Memeleri topacık

 

Çekin kır atımı

Vurun gemini

Üstüne binenler

Sürsün demini

 

Engürü de kaymağı

Bu nerenin oynağı

Kendisi ufacık

Memeleri topacık

 

 

SAFFET EFENDi

 

Kara kuşun

Havadadır oyunu

Değme şahinlere

Vermez payını

 

 

Saffet efendi

Kahve tükendi

Beni buralardan

Al git efendi

 

Hanım cama  dayandı

Cam al kana boyandı

Uykulardan uyandı

…………….

 

Bahar gelir

Yaz gelir aman

Haydi üç kız bize

Az gelir aman

 

Toprak tencerede

Pakla pişer mi

Kız oğlan kızların

Karnı şişer mi

 

Saffet efendi

Kahve tükendi

Beni buralardan

Al git efendi

 

Atı olan

El atına biner mi

Yiğit olan

Sözlerinden döner mi

 

Saffet efendi

Kahve tükendi

Beni buralardan

Al git efendi

 

Üç giderde

Beş ardıma bakarım

Ela gözden

Kanlı yaşlar dökerim

 

Saffet efendi

Kahve tükendi

Beni buralardan

Al git efendi

 

KESİK ÇAYIR

 

Kesilmiş ağaç başıyım

Yıkılmış köşe başıyım

Kınamayın hey ahbablar

Ben beş  oğlan kardaşıyım

 

Aman kaymakam kızı kızı

Aldattın bizi bizi

Kara çadır is mi tutar

Yağlı martin pas mı tutar

 

Ağlarsa hep anam ağlar

Elin kızı yas mı tutar

 

Aman  kaymakam kızı kızı

Aldattın bizi bizi

 

Kara çadırlar kuruldu

İçinde demler sürüldü

Arafa bayram gecesi

Kardaşım Osman vuruldu

 

Aman kaymakam kızı kızı

Aldattın bizi bizi

 

İNCE  ÇAYIR

 

İnce çayır  biçilir mi

Sular ayaz içilir mi

Bana yardan vazgeç derler

Yar  tatlıdır geçilir  mi

 

Ağam ben yandım  paşam ben yandım

İllerin köyünde eğlendim kaldım

Bir vefasız yare bağlandım kaldım

 

Aman  ördek  yeşil ördek

Kanadını deşir ördek

Çift gidersinde tek gelirsin

Hani senin eşin ördek

 

Ağam ben yandım  paşam ben yandım

İllerin köyünde eğlendim kaldım

Bir vefasız yare bağlandım kaldım

 

Elinizden elinizden

Kurtulaydım dilinizden   

Yeşil başlı ördek olsam

Sular içmem gölünüzden

 

Ağam ben yandım  paşam ben yandım

İllerin köyünde eğlendim kaldım

Bir vefasız yare bağlandım kaldım

 

ÇAY BENiM ÇEŞME BENÎM

 

Çay benim çeşme benim

Ardıma düşme benîm

Madem bana, küskünsün

Önümden geçme benim

 

Çaya indim çay susuz

Mahmur gözler uykusuz

İllerin yari geldi

Nerde bizim  gaygusuz

 

Çaya indim taş buldum

Yüksüğüme kaş buldum

İller  ne derse desin

Ben yanıma eş buldum

 

 

KONYALI

 

Hani benim elli direm tomatam

Konya´lıdan olsun benim kaynatam

Hani benim elli dirhem bulgurum

         Konya´lının kaşlarına vurgunum

Hani benim elli direm

İçer içer gider benim merakım

Hani benim elli direm şekerim

Sen sarhoş ol ben kahrini çekerim

Akşehir´den, Karaman´dan, Konya’dan

Alamadım havasımı dünyadan

Hani benim maşrafamın kalayı

Şimdi geçti Konyalının alayı

 

ÇAY KENARI

 

Çay kenarına bostan ektim sel aldı

Küçücükten bir yar sevdim

Anan  öldü baban öldü kim kaldı

 

Konma durnam konma çaylar derin çöllere

Ben gidersem meyil verme illere

 

Yol kenarında bostan ektim yayıldı

Çapkın oğlan bir bıçakta bayıldı    

Gitme dedi yar boynuma sarıldı

 

Konma durnam konma çaylar derin çöllere

Ben gidersem meyil verme illere

 

Çay kenarına bostan ektim düz bitti

Nazlı yarim bizim elden tez gitti

Tezgel yarim, tezgel sabrım bitti

 

İnme durnam inme çaylar derin çöllere

Ben  gidersem meyil verme illere

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                               Ağustos 1962

 

                                               Sayı    : 157

                                               Sayfa  : 2799-2800-2801

 

 

Konya Folklorunda Gelenekler :

 

Bozkır ilçesinde Beşik Kertme

 

Bozkır sırtını Toros dağlarına dayamış, göğsünü vadi vadi Akdeniz´e açmıştır. Bozkır, Göksu ve Çarşamba Çayının doğduğu  Suğla Gölünün konakladığı yerdedir. Dağları çam, ladin, meşe, şimşir ile kaplan­mış yavşan, kekik ile süslü, vadileri elma, ceviz, erik söğüt ve kavak ağaçları ile do­nanmıştır Bozkırın. Bağları hevenk hevenk üzümle dağları kovan kovan balla taşar,

 

Böyle bir yurt köşesi Bozkır olur ­mu? Olmuş işte. Kim demiş ise demiş, Serüstat Sırıtstat olmuş ve sonradan da Boz­kır olmuş, işte bu Bozkır Konya´nın ilçesi Bozkır´dır.

 

Göksu, Tufan Deresi yaylasının Beşpınar dağlarından doğar. Hadim ve Silifke´den dolanarak Akdeniz´e dökülür. Çarşamba Çayı Sorkun Köyünden doğar, Dere, Çat köyünü selâmlayarak Bozkır´a gelir, konak­lanarak yoluna devam eder. Beyşehir Gö­lünden gelen kanal Suğla Gölünden biraz kuvvetlendikten sonra Çarşamba Çayı ile kucaklaşır. Apa köyünde baraj olur, Çum­ra ve Konya köylerini sular.

 

Erkeğinin yüzde doksanı senenin sekiz on ayını dışarıda gurbet ellerde geçiren Bozkır´ın örf, adet ve ananelerinden bahse­deceğiz.

Hikmetini Allah bilir, ama biz gözleri­mizle gördük. Halen de görmekteyiz. Ailelerde erkek çocuk sayısı kız çocuklarından fazladır. Bundan dolayı da kız çocuklar daha ergenlik çağına gelmeden evlenir. O ka­dar küçük yaşta evlenirler ki evliliğin ne olduğunu, nasıl bir külfetin altına girdik­lerini bilmedikleri gibi, çocukluklarına bile doyamamışlardır. Bunun sebebi Torosların havasından suyundan mı, yoksa toprağından mı, nedir, nasıldır, birden bire gelişirler. Büyüyüp selvileşirler. Erkekler, kız çocuklarına nazaran daha geç evlenirler. Bunun sebebi askerliktir.

 

Bozkır´da erkek çocukların büyüyüp ergen hale gelmesi, yaşının ilerlemesi, daha yaşlıların nazarında, adam olmasına yet­mez.İlle  askerliğini yapması lazım. Askerlik yapmayan delikanlı ne erkektir, ne de adam olmuştur. Erkek olması, adam olabilmesi, bir kızla evlenebilmesi için kutsal asker ocağında karavana yemesi  lâzımdır.

 

Yakın kan bağı olan ve samimi aileler kan bağlarının devamı ve samimiyetlerinin  bekası için erkek ve kız çocuklarını evlendirmek isterler. Erkek çocukların ebeveyni, can bağı bulman ve samimi ve içli – dışlı  oldukları ailelerin kız çocuğu doğunca anne ve babasından kızı oğullarına gelin olarak  vermelerini  istemeye, bir nevi dünürlüğe giderler ve isterler. Aileler her ne kadar çocuklarının ileride ne olacağını bilmeseler de söz keserler. Bunun teyidi için de daha kırkı çıkmamış kız çocuğunun mışıl mışıl uyuduğu beşiğe bıçakla bir kertik açar, işaret ederler.

 

Bu işarete BEŞÎK  KERTME derler.O kız , o erkek çocuğunun sözlüsü olur. İlerde çok mühim bir  sebep olmazsa mutlaka ev­lenirler. Bu satırların yazarı da bir  beşik kertme sözlüsü olarak büyümüş, daha sonra onunla nişanlanarak üç yıl nişanlı kaldıktan sonra evlenmiştir.

 

Bu evliliğin mahzur ve faydaları yok değildir. Kız ve erkekte görünür bir hastalık ve ölüm olmadıkça beşik kertme akdi devam eder. Hastalık olursa o zaman bu akit bozulabilir. Şunu da hemen söyleyelim ki halen kız ve erkek tarafı, karşı tarafın anne ve babasının muvafakatini almadan bir kıza talip olmaz. Aynı zamanda köy yerinde aileler bir birini yakınen tanıdıkları için dengi bir aileden kız alır ve dengi bir aileye kız verirler.

 

Aile ,kızını kendi arzusuna bırakıp, da­vulcuya ve zurnacıya  varmasını  oğlunun da ayağını yorganından çıkarmasını iste­mez.

 

Bu şekilde evlenmeler aileleri birbirine  bağlar. Toprak bölünmelerini önler. Fakat yakın akrabaların  birbirleriyle evlenmeleri  tıbbi bakımdan bazı mahzurları da davet eder.

                                    

Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                        Şubat 1972

                                                        Sayı    : 271

                                                        Sayfa  : 6223

 

 

Gelenekler ve Eğlenceler

Bozkır Düğünleri ve Bayrak

Bozkır denince, göz önüne ağaçsız, su­suz, taşlık bir arazi gelir. Bizim konumuz olan Bozkır, Konya´nın bir ilçesi olup, Toros dağlarının kucağında ve Çarşamba ça­yının vadisinde kurulmuştur.

Bozkır´da düğünler Türk bayrağı olma­dan yapılmaz. Oğlan evinin en yakın akra­bası bayraktarlık yapar. Bir Türk bayra­ğını, bir bayrak direğine çekerler. Bayrak oğlan evinin düğün gününden üç, beş gün evvel dikilir. Bayraktar, bayrağı muhafaza

ve davetlilere hizmet etmekle mükelleftir.Bayraktar civar köylerden gelen davetlile­rin yiyecekleri yemekleri, yatacakları yerleri temin etmek ve onları Türk örf ve geleneklerine göre ağırlamak mecburiyetin­dedir.

Bozkır´da düğünler çarşamba günü başlar. Çarşamba sabahından itibaren   davet­liler oğlan evine gelmeye başlarlar.Sazlar çarşamba sabahından itibaren dü­zen tutarlar, davetlileri eğlendirmeye  baş­larlar.

Düğünler ekseriya güzün olduğu için, ya damlarda yada düğün evinin bitişiğin­de bulunan harmanda yapılır.

Civar köylerden davet edilen misafirler, düğün evinin köyün birkaç kilometre mesafesine geldikleri zaman, silâh atarak gel­diklerini haber verirler.

Silâh seslerini duyan Bayraktar bayrağı alır, hep birlikte ve sazların eşliğinde mi­safirleri karşılamaya giderler. Bir taraftan da misafirler düğün evine doğru gelirler. Bu karşılamada gecikme olur ve ilgisiz davranılırsa, davetliler silâh atarak geri dönerler. Böylelikle düğün sahiplerine kar­şı küskünlüklerini belirtirler. Bu durum düğün sahipleri içte büyük bir hakaret ol­duğu için düğün sahibi ve bilhassa bayraktar çok titiz davranır ve misafirleri  küstürmemeye dikkat ederler.

Bazı hallerde davetliler bir kaç köyden aynı zamanda gelir.O zaman,bayraktar bir tarafa giderken, köyün delikanlıbaşı da bir kısım arkadaşı ile diğer tarafı karşıla-maya gider.

Her nereye gidilirse gidilsin, bayrak olduğu zaman bayraktar daima önde, diğerleri arkada gider. Bu da  bayrağa   hürmetin ifadesidir.

Bayraktar, davetlilere yaklaştığı  zaman bayrağı dalgalandırarâk selâm verir.

Davetlilerle karşılayıcılar birlikte silah atarak düğün evine dönerler.

 

 

Şehirlerde  damadı kaçırmak,  damadın  eşyalarını saklamak gibi üsünler (1) köy düğünlerinde  daha  ziyade bayrak kaçırmak şeklinde tezahür eder.

         Bayraksız düğün olmadığı için bayraktar bayrağı muhafaza etmek mecburiyetindedir.Bayrağı kaptırmak onun için büyük züldür. Bu sebeple bayrağı kimseye kaptırmamaya çalışır.

 

Üsün (bazı yörelerde rüsüm): gelenek anlamına

 

                                     

Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                               Mart  1974

                                               Sayı     : 295

                                               Sayfa   : 6903-6904

 

 

Konya´da Gelenekler:

 

ZÜLÜF  KOYMAK  VE SAÇ KESMEK

 

 

Anadolu inananların, Anadolu  inançların yurdu. Anadolu insanı inandı mı yürekten inanır. Anadolu insanı sevdi mi candan sever. Anadolu insanına sevmediğini sevdirmek için zorlayamazsınız. Fazla, üstüne varacak olursanız suyu baştan bulandırır. Anadolu insanı bundan dolayı geleneklerine içten bağlıdır.

Anadolu’nun  dağlık bölgelerinde yaşayan insanlar gelenek ve inançlarına daha çok bağlıdır­lar. Kasabalardan ve şehirlerden uzak kaldıkları  için saftırlar, arıdırlar. Bir kadının veya kızın bir tek saç kılının  bir cinayet sebebi ve hatta kan davasının başlangıcı olduğu vakidir.

Bozkır, Konya ilinin dağlık bir ilçesidir. Konya ile Bozkır arasındaki yol Konya’da başlar, Bozkırda biter. Bundan dolayı gelenekler karış­mamış, dejenere olmamıştır.

Yazımıza konu olan saç kesmek ve zülüf koymak bizim çocukluğumuzda gördüklerimiz ve merak ederek sorup öğrendiklerimizdir.

Bozkır´da gelin olmamış kızların, dul kalmış veya eşi askere gitmiş bayanların saçları kesilmez, saçlar tabiî büyümesine bırakırlar. Gelinler , kızlar ve yaşlı bayanlar saçlarını daha ziyade iki pelik halinde örerler.

Gelin olacak kızın  kına gecesinde kınası yakılırken saçları kulaklarının alt memesi hiza­sından kesilir. İlerde uzayınca yine aynı şekilde kesimi yapılır.

Eşi askere giden gelinlerle  dul kalmış ba­yanlar zülüf koymazlar. Bunlar saçlarını uzatır­lar. Gelinlerin eşleri askerden döndükten sonra tekrar zülüf koyarlar.

 

Bir saç kesme yöntemi ve geleneği daha vardır. Bir delikanlı sevdiği kızın annesine ve babasına dünür göndererek kızı istetir. Kız tarafı vermeyecek olursa, delikanlı kıza bir yerde rastladığı zaman saçından bir parçasını keser. Bu saç kesilmesi kız ve tarafı için bir onur meselesidir. Kız için bir leke sayılır.  Kız gelin dahi  olsa kavgalarda başına kakarlar.  Bundan dolayı bu saç kesmeler iki taraf arasında kav­gaya sebep olduğu gibi cinayete kadar da gider. Hatta kan dâvalarının başlangıcı olurlar.  

Köyün ileri gelenleri bu saç kesme olayından  hemen sonra olaya, hemen el atarlar. Kız ve oğlan tarafını barıştırarak kızı oğlanla  evlendirmeye çalışırlar. Köyde bir husumetin doğmasına meydan vermemeye uğraşırlar. Bu işte hemen hemen yüzde yetmiş seksen başarı gösterilir.

Saç kesmekle erkek kızı sevdiğini,onun için her türlü belâyı göze aldığını göstermek ister.Ayrıca saçın kesilmesi kız için bir ayıptır.Başka erkekler tarafından alınmak imkanı kalmaz.

Sonra “ kurt dişlediğini alır” diye bir deyim vardır. Kurt bir sürüye dalıp bir koyunu yakalar ve götürmezse,ikinci gelişinde bu koyunu mutlaka alır götürür.Kurt misali erkek bu suretle kızın saçını kesmekle onu dişlemiş olur.Kız tarafı saçı kesilen kızı , erkek ailesinin ısrarı üzerine vermek durumunda kalır.

 

                                      Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                        Temmuz   1979

                                                        Sayı    : 360

                                                        Sayfa  : 8713

 

ELLERİN  OLSUN

           

            Canlar canını arayıp buldum

         Dünya nimetleri ellerin olsun

         Attım benliğimi öz ile doldum

         İnsan nimetleri ellerin olsun

 

         Aldanıp güvenme dünya malına

         Katreyi ararken ummana daldım

         Gözüm gönlüm doydu gülşen gülüne

         Hakkın cemaliyle baş başa kaldım

 

Harçsız bir duvara oturmuş dünya

         Al ile yeşille gözleri boyar

         Bu sırra erenler görmezler rüya

         Hakkın varlığını içinde duyar.

 

                                      Bizim Anadolu Gazetesi -25.02.1972

 

GÖNÜL

 

Güzellerde vefa olmaz;

Her gülene kanma gönül.

Haşre kadar çilen dolmaz,

Boş boşuna yanma gönül..

 

Her yâd ile yâd yâd olan

Ağyar ile âbât olan

Çevri cefayla şad olan,

Melek olsa kanma gönül.

 

Böyledir dünya ahvali,

Değişiyor insan hali,

Güzel, olsa da oğul balı,

Bir lokmacık banma gönül..

 

Bir kaş, bir göz,bazen resim

Hep değişir mevsim mevsim.

Bağlamasın bir tebessüm,

Vefadandır sanma gönül..

 

Ahmet bitmez bu feryadın,

Sevdin, «Mecnun» oldu adın.

Adım adım hep aradın,

Bulamazsın yanma gönül...

 

                            ÇAĞRI  FİKİR-SANAT DERGİSİ

                                               Mart  1973

                                               Sayı   : 182

                                               Sayfa : 11

 

CUMHURİYET  TARİHİMİZİN  FOLKLOR

           KÜLLİYAT  YAYINLARI

 

Fikir,sanat,kültür dünyamıza hizmet

           edenleri  rahmetle anarız.

                                              

 

Efsaneler

                                      EVDİREŞE

 

Konya´nın 6 kilometre Güney — Doğusunda, Abdürresit köyünün bir kilometre doğusunda ve Konya — Karaman yolu üzerinde bir höyük vardır. Bu höyüğün teşekkülünün garip bir rivayeti var. Höyüğün küçük oluşu bu varyantın sağlığını kuvvetlendirmektedir.

 

Alaaddin Keykubat Han ile , Alaiye Tekfuru bir türlü  hudut meselesini halledemezler, bahara kadar harp hazırlığı yaparlar, geç  güze kadar harp ederler. Karlar yağıp, yollar kapanınca kalelere çekilirler, yine yılmak, usanmak bilmeden harp hazırlığına başlarlarmış. Bahara da tekrar harp tutarlar, böylelikle yıllarca harp devam eder, gidermiş.

 

Nihayet hududun tespitinde şöyle bir karar alırlar. Her iki Kral hükümet merkezinden horozlar öterken hareket edecekler ve karşılaştıkları yer, hudut olacak.

 

Alaaddin Keykubat Han horoza biber ve tuz yedirir. Tellal çağırtarak, kendisine yaya olarak refakat edecek kişiye tek kızı Eşe Sultanı vereceğini ilan  eder.

 

Sarayın çobanı Eşe´yi sevmektedir. Çoban bu işe talip olur. Eşe de çobanın bu arzusunu babasına kabul ettirir. Günü gelince horozlar öterken Alaaddin Hanla çoban yola düşerler. Arap atı köpüre köpüre, çoban kan ter içinde ya­ya olarak yola devam ederler. At ne kadar rahvan giderse, çobanın o kadar çabası artar. Alaaddin Han bir türlü çobanı geçemez.

Sabaha doğru, Hadimin Taşkent´i -Pirlerkondu - ne vasıl olurlar. Hünkar çeşmeden su içmek için susağı doldurur, fakat çeşmedeki kadın susağın içine çam yaprağı atar. Hünkar üç defa susağı doldurur. Kadın üç defasında da çam yaprağını içine atar. Dördüncü defasın­da çam yaprağını atmaz ve Hünkarla çoban sularını içer, yollarına devam ederler. Biraz daha gittikten sonra Alaiye Tekfuru ile karşılaşırlar. Otururlar. Konuşurlar ve nihayet hudut taşını  dikmeye karar verirler. Alaiye Tekfuru büyük bir taşın dikilmesini teklif eder. Keykubat Han ise çobana emrederek:

 

—  Atın torbasına toprak doldur da buraya döküver, der.

Çoban torbayı doldurur ve döker, biraz sonra bir torba toprak büyücek bir höyük olur.

O günden bu güne Konya ile Antal­ya arasındaki sınır bu höyük olur. Key­kubat Hanla, çoban Taskent´e dönerler. Yine çeşmeden su içerler. Keykubat Han sabahki kadını aratır. Kadına:

—  Susağa çam yaprağını niçin attın, diye, sorar.

—  Sultanım, terliydiniz, su size dokunacaktı. Çam yaprağını atmakla sizi oyalamış ve terinizi soğutmuş oldum ve böylelikle de tesirini azaltmış oldum.

Alaaddin Han bunun üzerine:

— Dile benden ne dilersen der.

      Sağlığını dilerim Sultanım, cevabını alır.

Sultan:

--Ne istersen vereceğim, diye ısrar eder. Kadın yine:

- Sağlığını isterim, sultanım , der.

O zaman Taşkent nahiyesinin dokuduğu bezler Konya’da damgalanır ve bundan dolayı da bir miktar para alırlarmış. Taşkentliler bundan bıkmış usanmışlar.

—  Hünkarım bizim bezlerimiz Konya´da damgalanır ve bir miktar para alırlar, ferman buyurun  da   almasınlar, der.

Kevkubat Han:

—  Bezleriniz damgalanmasın, Çamlarınız da kurumasın, der.

 

O gündür bu  gündür  çamlar kurumaz ve hiç bir çam budandıktan sonra  filiz vermediği halde, Taşkent´in çamları filiz verir.

Çoban ile Kevkubat Han yola çıkar, Kevkubat Han atını sürer. Çoban koşar. Konya’ya yaklaştıkça Eşe Sultan hastalanır, yemez, içmez. Kimseyle konuşmaz. Memleketin ne kadar ünlü hekimi varsa çağırırlar, bir ttirlii deva bula-mazlar.

Kevkubat Han, Abdurreşit köyüne yaklaştıkça, içini yavaş yavaş kemiren gururun tesirinden kurtulamaz. Bir çobana kızını vermek istemez. Bunun için de çobanı öldürmek ister. Atını üzerine sürer. Çobanın  aşkı ona hız verir. O za­man Kevkubat Han mendilini yere atar. Çobana almasını  emreder. Fakat Çoban Kevkubat Han´ın maksadını hisseder ve yalvarır:

—  Kıyma sultanım, bana kıyarsan evladına kıyarsın, der. Fakat Kevkubat Han, mendili alması için ısrar eder ve Çoban eğilince, kılıncını  çekerek başını  uçurur.

Kevkubat Han Konya´ya yaklaşınca ne karşılayıcı geleni görür ne Konya’ da koyup gittiği neşeyi bulabilir. Herkeste bir sessizlik ve üzüntü. Kimseye bir şey soramaz, Saraya gelir. Ana Sultan:

—  Hünkarım, bir tek evladın Eşe sultan rahmeti rahmana kavuştu.Bu sabaha kadar çok iyi idi. birden bire bozuldu ve hiçbir şey yemedi. Memleketin ünlü hocalarını  ve   hekimlerini  çağırdık, bir çare bulamadılar. Hastalığı  rnüddetince «Koş, koş, daha hızlı koş, durma koş…Babam sözünde durur» diye inledi.

Ölürken de «Babam, beni çobanın  mezarının  yanına koysun», dedi. Cenaze sizi bekliyor Sultanim, der.

Keykubat Han büyük bir cenaze töreni hazırlatır. Çobanın öldüğü yere büyücek bir mezar kazdırır. Çobanı buraya gömdürür. Eşe´nin cenazesini de getirtir ve çobanın kucağına koyar.

— Evdir Eşem, yat der.

 

Bu mezar birden bire büyür ve bir höyük olur. Bu höyüğe, halk Evdireşe adını koyar.

Abdürreşit köyü höyüğe yakın olduğu için Abdürreşit ismi unutulup, köyün adı da Evdireşe diye anılmaya  başlar.

 

 

                                               Türk Folklor Araştırmaları Dergisi

                                                         Yıl       : 1958

                                                        Sayı    : 109

                                                        Sayfa  : 1746-1747

 

 

 

Ahmet PETEKCİ’ den kalan Ahmet PETEKCİ ler

 

Sol başta Ahmet Petekci oğlu Ahmet PETEKCİ

Soldan üçüncü Ahmet Petekci yiğeni Ahmet Orhun PETEKCİ

Soldan dördüncü Ahmet Petekci torunu Ahmet Raşit PETEKCİ

 

Ahmet Petekci nin doğduğu ev  Karabayır Köyü Yonuzlu Mahallesi

 

Ahmet Petekci’nin dedesi Petel Ahmat (Kadıoğlu –Kadılar sülalesinden) Ermence de mezarlığında

 

Sayfa Üretim süresi :0,291

© 2011 bozkirkarabayirkoyu.com
Karabayır Köyü Web Portalı http://www.bozkirkarabayirkoyu.com

Tam Ekran