BEN NASIL GİDEYİM O YAYLAYA
Toroslar?ın zirvesinde kar hala heybetini korumakta, yükseklere çıktıkça parça parça kar hala erimemek için direniyordu. Güneş doğudan belirmeye başlamış, olduğu yer kıpkırmızı kesilmişti. Nisan ayı olmasına rağmen yine de kar insanın içini ürpertiyordu. Zirveden kuşbakışı bakıldığında köyden yaylaya doğru giden yol kıvrım kıvrım olmuş sanki bir duvarı andırıyordu.
Güneş yavaş yavaş doğarken Ak Yokuş denilen tepeden bir kervan belirdi. Kervanın en önünde odun ve çalı yüklü bir eşek, arkasında bir kazanlı yüklü eşek, onun arkasında eşeğe binmiş bir ihtiyar, heybesinin sağında ve solunda bir birlerini dengeleyen iki çocuk, onun ardında bir eşek sıpası, onları takip eden genç kızlar, küçük oğlan çocukları, inekler, koyunlar, kuzular, keçiler, oğlaklar derken kervanın ardı arkası kesilmiyordu. Kervandan nal sesinden, ayak sesinden başka hiçbir ses çıkmıyordu. Tepelerde koyun sürülerinin çan sesleri, uzaktan uzağa yankılanıyordu. Kervan Sessizce yol alırken yanık sesli bir allı gelin; Şu Karşı Yaylada Göç Katar Katar
Bir Yiğidin Derdi Serimde Tüter
Bu Ayrılık Bana Ölümden Beter
Geçti Dost Kervanı Eyleme Beni,
diyerek bir türkü tutturmuştu. Söylenen türküler tepelerden koyakları çınlatıyordu.
Kervan yolun sonunda obaya vardı. Yüzlerde yorgunluğun yanı sıra yaylaya kavuşmanın verdiği bir mutluluk hissediliyordu. Herkes kendi evinini önüne doğru yüklü hayvanlarını çekmişti. Uzun geçen kışın ardından evler temizleniyor, güneş alması sağlanıyor, eğer taban çok nemliyse kuru toprak dökülüyor, ev kapıları kuruluyordu. Avlu duvarları, kuzu kümeleri onarılıyordu. Akşam olurken hava iyiden iyiye soğumuş, Gündüzden toplanan karamık çalıları, ocak başında yakılınca her evden isli dumanlar etrafı sarmıştı. Derken obanın ortasında bir çığlık bir telaş koyun sesleri kuzu seslerine karışıyordu.
Bu çığlın sebebi koyun sürüsünün obaya gelmesiydi. Nice kuzu ve oğlaklar taze bir bebek gibi meleşip annelerini arıyorlardı.
Akşam olunca kandil fenerleri, gaz lambaları yakılmış, penceresi, camı olmayan, sıvasız taş yapılı, tek odalı bir evde çıt çıt yanan ateşin başında hane fertleri ısınıyorlardı. Yorgunluk bastırınca herkes kendine göre bir yatak sermiş ,kimisi yorganın yarısı yatak , yarısı örtü yaparak, kimisi altına bir keçe sererek uykuya koyulmuşlardı. Sabahın ilk ışıklarıyla koyun sürüsü obadan ayrılıyordu. Obadan sürünün ayrılmasıyla kadınlar ipler ve kazmalarla çalı sökmeye doğru yol almışlardı. Evde kalan ihtiyar ve çocuklar ise evi yerleştiriyor. Yıkılan duvarları tamir ediyor, duvarların üstüne çalı bastırıyorlardı. Öğleye doğru Kar Kaldığı tepesinden kara bulutlar belirmeye başladı. Dağın zirvesinden eteklerine bir duman bürümüştü. Yağmur ince ince çiselerken etrafa dağılan yaylacılar çığlık çığlığa obaya doğru koşuşturuyorlardı. Yağışın yoğun geçeceğini adeta içlerinde hissediyorlardı. Yağmur hızını artırıyor sulu sepken, ala karlı yağmaya başlamıştı. Yayılmaya giden inekler böğürerek obaya doğru akın ediyorlardı. Birden evin damı akmaya başlamış, telaş içinde damlara çıkılmış, damın toprağı çiğnenerek sıkıştırılmaya çalışılıyordu. Yağmurda ıslanan insanlar çaresizlik içinden bir taraftan evdeki çocukları, bir taraftan sürüleri, özellikle körpe kuzuları, taze buzağıları soğuğun ve yağmurun şiddetinden korumaya çalışıyorlardı. Hava iyice soğumaya başlamış, yağan yağmur kendini çoktan kara çevirmiş, tepeler beyaz yüzünü göstermişti bile.
Kar her tarafı kaplamış, on beş yirmi santimi bulmuştu. Yaylacıların önünde iki yol görünüyordu. Ya malları toplayacaklar inde saman ve ot ile besleyecekler ya da geldikleri gibi köye döneceklerdi. Neyse ki kar yağışı daha fazla sürmedi. Büyük baş hayvanlar boş evlerde, davar sürüsü inlerde, kuzlar ağılda ve kümelerde siper edildiler. Çocuklar ve insanlar yorgan altında kepenek altında soğuktan korunmaya çalıştılar. Oysa 3- 5 met re bir naylon olsa ev akmayacak, evdeki bebekler, kümede ki kuzular, buzağılar ıslanmayacak, üşümeyecekti. Neylersin ki zamanın getirdiği şartlar ekonomik nedenler bir naylona bile müsaade etmiyordu.
Bu yazımı ihtiyar, gün görmüş bir ebeme okuduğumda gözlerinden iki damla yaş süzüldü , şöyle bir ah çekerek ürkek bir sesle şöyle dedi ;
Çok küçük yaşlarda başladım yaylaya gitmeye, ayağımda çarıklar, sabah üç saatte yayan gider, akşam üç saatte yayan gelirdim. Şimdi gidenler arabayla gidip söğüdün gölgesinde piknik yapıp eğleniyorlar. Sonra yaylaya ne zaman gideceğiz çok özlüyoruz diyorlar. Ben belki bin de beş yüz defa yaylaya gidip geldim. Ne bir piknik yaptım ne de söğüdün gölgesinde uzanıp yattım. Bizimkisi eza, bizimkisi cefa, bizimkisi rezillikti. Dertleri biz çektik, sefayı siz sürüyorsunuz.
Söyleyin bakayım şimdi ben nasıl gideyim o yaylaya ????
AHMET AKSEL
15 Nisan 2012
Karatay/Konya