UNUTAMIYORUM.
Çok sıcak bir yaz mevsimiydi. Ortalık güneşten kavruluyordu. Hafif esen rüzgar beni serinletmeye yetmiyordu. Ayağımda lastik ayakkabılar cepsiz bir pantolon ve yüzüm kapkara kalmış vaziyette. Ebemgil harmanda kalburla bir şeyler savuruyordu. Üzerlerine güneşten korunmak için çerge denen bir çadır yapmışlardı.
Eebem bitmiş olan bir makarna poşetinin içine biraz kavut katmış yanıma geldi. Kuzum şu kavutu al da hem yiyerek git, hem de şu Sorkun?dan dedene buz gibi bir su doldur gel dedi. Kavutu çok severdim. Yiyerek yola koyuldum. Giderken Sorkun Çeşmesi bana çok uzak geldi. Aklıma hemen bir çözüm geldi. Yolu yarısından daha yakın olan Ahmet Kınlınç?ın tulumbasından testiyi doldurup geri dönmeyi düşündüm. Zaten tulumbanın suyu da çok soğuktu. Tasarladığım şekilde testiyi tulumba dan doldurup dedemin yanına vardım. Dede suyu doldurdum dedim. Kara Ahmet dedem ah gara gözlüm ne çabuk getirmiş suyu diye beni sevdi. Testiyi ağzı dudaklarına gelecek şekilde dikerek suyu içti. Oh oh ne güzel bu Sorku?nun suyu nerde olsa tanırım ben bu suyu dedi.
İkindi olunca sıcaktan kavrulmuş bir halde eve girmiştik. Ev toprak örtülü olması nedeniyle çok serindi. Ebem Ocak başını yakıp dışı isli çaydanlıkta bir çay demledi. Çay kaynayınca külün iç ine kumpir gömdük. Ayrıca sofrada yoğurtla karışık pekmez de vardı. Ebeb yağlığı ser, kupaları getir, gavenezleri uzat diyordu. Bu sözler benim çok hoşuma gidiyordu. Dedem yemekten sonra sandık gibi radyosunun düğmesine basarak , şu radyoyu açayım da ajansları dinleyelim dedi. Ebeb de eline bir eğiçmeç alarak yün eğirmeye başladı.
Akşam eve geldim. Yemekten sonra anam haydi Kozağaçlı abılaya mehleye gidelim dedi. Ben de akşamları evlere gitmeyi pek severdin. Kozağaçlı ebe yıllar önce köyümüzde uzun süre muhtarlık yapan kocasını kaybetmiş kendi başına eski bir evde kalıyordu. Ocakta çıt çıt yanan ateşin başına oturmuş elinde tesbih yanıbaşında mırıldayan bir kedisi vardı. Bizi her zaman ki gibi hoş bir şekilde karşıladı. Hoş geldiniz ay uşaklar safa geldiniz dedi. Anam hoş bulduk abıla, akşam şeriflerin hayır olsun dedi. Ben hiç konuşamıyor bazen de anamın arkasına saklanıyordum. Benim gözüm aynalı dolaba takılmıştı. Çünkü her gittiğimizde dolaptan kırıntı çıkarır bize verirdi. Yine öyle oldu aynalı dolaptan kuru üzüm ve kırık çerez çıkarıp bakır bir sahanda önümüze koydu. Başladı eski yaşadıkları olayları anlatmaya. Kozağaç?da hali vakti yerinde bir evin kızı iken Yunuslu?da Gedikli?den Abdürrüzak?ın oğlu Mustafa?nın kendisi nasıl arayıp bulduğunu, kimlerin dünürcülük yaptığını, Düğünlerinin nasıl olduğunu, Çelebisi Mehmet
Emin ile Eltisi Hocaköylü Hacı Gadın?la düğünlerinin ay gün olduğunu, Kimlerin düğüşü olduklarını, İlk önce Kozağaç?tan kendisini aldıklarını, Kır bir ata bindirdiklerini, sonra Hoca köyden eltisini aldıklarını, Düğün alayının birlikte hareket ederek Karabayır?ın içinden geçmek istediklerini, Karabayır?dan bazı kimselerin buna karşı çıktığı, ancak düğün alayının yine de Karabayır?n içinden geçtiğini, davul zurna eşliğinde delikanlıların oynayarak geldiğini, atılan mermilerin yağmur gibi gökyüzün kapladığını anlatıp durdu. Ben bu hikayeleri dinlerken misafir evinde uyuya kalmışım. Nice sonra Anam kak lan gideceğiz gayri dedi.
Ertesi gün güneş doğarken kalkmıştım. Gözlerim uykulu bir şekilde balkondan güneşin doğuşunu seyrediyordum. Çocukluk aklımla güneş Burunkuzu tepesinin arkasında mı yatıyor evi nasıldır diye hayal kuruyordum.
Yaşadığım küçük köyümde ileri gelen bazı evlerde televizyon vardı. Tek kanallı siyah beyaz renkli, akşamdan akşama yayın yapılırdı. Akşam bir filim izlemek için televizyon sahibi evin sığırını güder veya ağaçlarımı sulardım. Oyuncak olarak cebimde üç bilye, iki adet içmediğim için tadını bile bilmeğim gazoz kapağı vardı. Ama bizler çok mutlu ve yarınlarından umutlu olarak büyüyüp gittik. Şimdi geriye dönüp baktığımda
Su doldurduğum testimi, harmanda düğün sürerken kullandığım dirgenimi, buğday elediğim kalburumu, yediğim kavutları, kuru üzümleri, kırık çerezleri, kurutulmuş meyve kaklarını, söğüt dalından yaptığım düdüğümü, yedilik demirden yapıp çevirdiğim çemberimi, ahırdaki buzağıyı, kuzuları, oğlakları, bahçemizdeki ağaçları unutmak mümkün değil. Unutamıyorum. Unutamıyorum.
AHMET AKSEL
5 Mayıs 2012
Karatay/Konya