Y A L N I Z B İ R İ H T İ Y A R
Pencere kenarı pusluydu. Dışarıda öyle şiddetli bir yağmur vardı ki rüzgar yağmur damlalarını hızlıca cama vuruyor çıkan ses benim de çok hoşuma gidiyordu. Arada rüzgar eve iyice yükleniyor bu bende bir korku bir heyecan uyandırıyordu. Hava kararmak üzereydi. Anam gemici fenerini çoktan yakmış pencerenin yanına koymuştu. Bu gemici feneri bana çok ilginç gelirdi. Saatlerce bakardım. Ayrıca kokusu çok hoşuma gidiyordu.
Anam “haydi oğlum şu yemek kaplarını alda dedenin yemeğini ver gel dedi.” Büyük Dedem’in yanına gitmek benim en çok sevdiğim şeydi. Çünkü dedemin evi bana çok ilginç geliyor sürekli inceliyordum. Hemen kalkığım gibi ceketimi giydim dışarıdaki yağmur kara dönmüştü. Her taraf bir anda beyaza büründü. Atkımı sıkıcı bağladıktan sonra, çizmelerimi ayağıma geçirdim, yemeğimi de alarak dışarı çıktım. Anam çok geç kalma hemen gel diyordu. Kar yağışı iyice hızlanmış, rüzgarın etkisiyle göz gözü görmez olmuştu. Dedemin evine yaklaşınca gaz lambasının ışığını gördüm. Köyümüze elektrik iki yıl önce gelmiş, ancak dedem gavur icadı diye elektriği kullanmak istemiyordu. Hemen taş merdivenlerden yukarı çıkıp o eski koca kapıdan içeri girdim.
“Oğlum sen misin diye seslendi” dedem. Evet dede benim yemeğini getirdim dedim. Büyük dedem çok yaşlı, saçları ağarmış beli bükülmüş, bakışları derin, bir asırlık çınar misali karşımda bir dağ gibi duruyordu.I. Cihan harbine ve İstiklal harbine katılmış, uzun savaşlardan sonra İngilizlere esir düşmüş, esaretten kaçarak kurtulmuş birisi. Zaman zaman savaş hatıralarını anlatır dururdu bize. Bir eli az özürlü olan bu ihtiyar hayatından hiç şikayetçi olmuyor, yalnızlığın bütün kahrını meydan okurcasına çekiyordu. Hayatında üç evlilik yapmış ama yine de yalnız kalmış birazda inatçı biriydi. Ama onu çok severdim. Dedemle sohbete başladık. “Oğlum babandan haber var mı ne zaman gelecek Alamanya’dan, mektup yazarsanız bana bir kahve kutusu göndersin en son gönderdiği bitti. Bu gavurlar da iyi yapıyor canım bu kahveyi” diyordu. Tamam dede söylerim, yazın gelecek dedim. Dedem de “gelsin gayri gelsin oradan bir Alaman garısı filan bulmasın” diyordu.
“Orada durma öyle uzak uzak, şu ocağı iki çalı at da yansın” ediyor. Hava iyice soğuyordu. “Getir bakalım şu yemeği de yiyelim beraber” dedi. Tamam diyerek işe koyuldum. Büyük bir bohça içinde getirdiğim yemeği yere serdim dedemle bir güzel yedik. Dedemin eski bir sobası olmasına rağmen, sobayı yakmıyor ocakta meşe odunları yakarak ısınıyordu. Dedeciğim niye sobayı yakmıyorsun diye sordum. “ Oğlum sobayı her gün yakıp da eskiteyim mi. Zaten zor kötek alınıyor. Çok soğuklarda yakarız.” Dedi. Dışarıda bir fırtına var ki dedem hala hangi soğuktan bahsediyor anlamıyordum. Hafif tebessümle evet dede havalar daha soğumadı dedim.
Ben dedemin eski radyosunu kurcalarken dedem yatsı namazını kılmış bitirmişti. “Oğlum radyoyu elleme şunun zaten pili zayıfladı” diyordu. Tamam dede diyerek radyoyu duvarda ki oyma yere koydum.Dede ben gideyim artık sabah gelirim yine dedim. İstediğin bir şey varmı diye sordum. Sağ oğlum sabaha Mevla Kerim, kim öle kim kala bakalım dedi.
Dışarı çıktıktan sonra belki dedi son görüşümdür diyerek düşündüm. Büyük dedemin beş evladı otuza yakın torunu olmasına rağmen tek başına yaşamaya çalışıyordu. Bir an kendimi dedemin yerine koyarak düşünmeye başladım. Benim sonumda böyle mi olacak diye derin hayallere daldım. Evet hayatın gerçek yüzü belki buydu. Yaşlılık çok zor, yalnızlık pek çetindi. Doğanın kanunu mu, insanların arzusu mu bilmem ama bu durum beni derin bir hüzne boğmuştu. Eve gelinceye kadar göz yaşlarımı tutamamış için için ağlamıştım. Allah bütün dedelerimize rahmet eylesin. Mezarları pür nur, makamları cennet olsun.
Ahmet Aksel
30.07.2012
Karatay/Konya