Üye Girişi
Şifremi Hatırlat Şifremi Hatırlat
| |
Yeni Üyelik Yeni Üyelik

Konya - BozkırKonya - Bozkır
KARABAYIRKARABAYIR
KöyüKöyü
wwwwww
.bozkirkarabayirkoyu..bozkirkarabayirkoyu.
comcom

Dernek
Dernek Logosu Dernek Logosu

Basın Bülteni Basın Bülteni



KASIM FIRTINASI


defa gösterilmiştir

                                      KASIM FIRTINASI

 

Her güz mevsiminde olduğu gibi bu yıl da Toroslar'ın koynuna sığınmış yüksek dağların, geniş vadilerin arasında ki bu küçük köyde kış hazırlıkları son sürat devam etmektedir. Günlerdir esen sert fırtına ağaçlarda kalan son yaprakları da koparmış, güzelim ağaçlar çıplak dallarıyla baş başa kalmıştır.  Dökülen yapraklar köylü kadınlar tarafından gece gündüz çalışmalarla toplanarak samanlıklara istiflenmiştir.  Bu yapraklar hayvanlara yem katkı maddesi olarak yedirilecektir. Bu yıl kışın uzun ve şiddetli geçeceği yaşlı köylüler tarafından dile getirilmektedir.  Kışlık odunlar eylül ayında temin edilerek avlulara, örtme altlarına yerleştirilmiştir. Tarladan sökülen patatesler, şalgamlar, havuçlar, pancarlar köye yakın arazilerde açılan kuyulara çoktan gömülmüş; kuyuların üzerine kar yağdığında işaret olsun diye çalı, çalının üstüne büyükçe bir taş konulmuştur. Damlarda kurutulan soğanlar, domates kuruları, biber kuruları, patlıcan kuruları, yeşil fasulye kuruları, kabaklar, elma kuraları, erik kuruları çoktan evin kilerinde yerlerini almıştır. Güz mevsiminde yağmurlar yağmış, arazilerde yeşil otlar bitmiştir.  Ekim ayında güzlük arpa ve buğdaylar kara sabanla çifte koşulan öküzler vasıtasıyla ekilmiş; ekinler yeşil yapraklarını göstermiştir. Köy halkı güz mevsiminin tüm bolluk ve bereketini doya doya yaşamaktadır.  Köyün çalışabilecek erkekleri ekim ayı başında Konya, Aydın, Antep, İstanbul gibi şehirlere para kazanmak için gitmişler, köyde kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar kalmıştır.  Gurbet adeta yöre halkının değişmez kaderi olmuştur.  Çalışkan köylü kadınları sabahtan akşama bir arı disipliniyle hareket halindedirler. Kimisi evin kapısını bacasını onarmakta kimisi damlara çorak toprak çekmektedir.  Sobalar kurulmuş, mangallar evlerin köşesinde yerini almıştır. Kışlık keş, tereyağı, un, bulgur, küplerde yerini almış; eylül ayında bozulan bağlardan pekmez yapılmış dağarlara doldurulmuştur. Kışlık elma, ayvalar evde depolanmıştır. Evlerde Cenabı Allah?ın son baharda verdiği nimetlerde bolluk ve bereket vardır. Hayvanlar için ak saman, ot samanı, samanlıklarda saklanmış; arpa, fiğ, burçak gibi yem tohumları da hazırlanmıştır. Köylüler kışlık bulgur ihtiyaçlarını kendi elleriyle kaynatıp, el değirmenlerinde çekmişler, çuvallara istif emişlerdir. Un ihtiyacını bir kısım kendi ürettikleri buğdaydan eksik kalanını Cuma Pazarı?ndan aldıkları buğdayları çevre köylerde kurulu değirmenlerde öğüterek temin etmişlerdir. Yörenin sevimli yiyeceği kavut: nohut, arpa, kabak çekirdeği gibi tahılların saç da kavrulmasından sonra su değirmenlerinde öğütülmüştür.  Kavurma, kabaklı, tarhana, döğme, yarma, salça, turşu, sirke gibi yiyecekler çalışkan köylü kadınlar tarafından günler öncesinde hazırlanmış kilerlerde yerini almıştır. Yıllık ihtiyaç duyulan tuz, gaz yağı köye gelen kamyonlardan satın alınarak temin edilmiştir.  Çetin geçecek kışa karşı köylüler adeta savaşa girecek bir ordu gibi  teyakkuz halindedir. İhtiyaç duyulacak kışlık çorap, kazak, iç giysiler elde örülerek hazırlanmış; basma, pazen, astar, kaput bezi, hümayun, yazma, poşu, dirhem kuşak, pantolon, ceket, gocuk, ayakkabı, potin, çizme, mest gibi giysi ihtiyaçların Bozkır Pazarı?ndan temin edilmiştir.

Kışın yakacak olarak odun, çalı yakılıyor; henüz kömür yöre halkı tarafından bilinmiyordu. Köyün doğu yönünde yer alan Bağlı Tümsek Mevkii?nde siyah topaklar ve bayırlar vardır.  O yılın ağustos ayında köye beyaz saçlı, şişman, çakır gözlü, teke sakallı bir Alman mühendis gelir. Arazi üzerinde inceleme yapar. Bunun için köyden 4 kişi çağırır. Bu kişiler bu arazide 3 gün kazı çalışması yapar. Kazı sonrası bir hayli taş kömürü çıkarılmıştır.  Mühendis çalışanlara günlük 2,5 TL. toplam 7,5 TL. para verir.  Bu çalışanlar içinde babam da vardır.  Babam parayı alır sayar, mühendisin teke sakalından eliyle  tutarak sıvazlar; bu hareket mühendisin hoşuna gider Mühendis             

 ?Bitte schön -bitte schön? (1 ) diyerek vedalaşırlar. ?Çıkardığınız bu kömürleri  alın götürün sizde kalsın? der.  Tüm köylüler gibi biz de ilk defa bu siyah taş parçalarının yandığını öğrenmiş olduk.  Çıkan kömürleri dört aile bölüştük bizim hissemize düşen  iki merkep yükü kömürü evimizin altına getirdik. Ancak burada bir problem vardı. Bu kömürü nasıl ve nerede yakacaktık. Cami önüne toplanan köyün ileri gelenleri bu çıkan madenin kömür olduğunu, sobada yakıldığını anlatıyorlardı. Kimisi kömürün yakılabilmesi için ızgaralı soba olması gerektiğini, kimisi küp sobanın içine sayacak koyarak kömürün yakılabileceğini, kimisi de tezekle kömür tozunun karıştırılarak ocak ta yakılabileceğini anlatıyorlardı. Bütün evlerde küp sobalar olup, ızgaralı soba henüz bilinmiyordu. Bu vesile ile eylül ayında babam eve ızgaralı bir soba almıştı. Bu durumda yakacak yönünden biz komşulara göre daha şanslıydık.  

            Günlerden 9 Kasım 1968 Cumartesi günü tüm köylüler havanın aydınlanmasıyla günlük işlerine koyulurlar.  Bir taraftan ahırda bulunan hayvanlar yemlenir, sulanır, inekler sağılır, çeşmeden su getirilir. Avludan yakacak çalı odun çıkarılır. Çocukların yemeği ve diğer işlerden dolayı gün yoğun geçmektedir. Havanın şiddetli soğumasıyla köylü kadınlar, alaca basma şalvarlarını, örme kazakları ve başlarına poşularını sararak damlara çıkmışlar, taş yuvaklarla damları yuvarken;  Kimisi de avluyu, ahırı yeni gelecek davarlara hazırlamaktadırlar.  Fırtına ve kar şiddetini artırmaktadır.  Köyde büyük bir telaş ve endişe hâkimdir.  Herkes ne iş yaparsa yapsın akıllar yayladan gelecek davardadır.  Davarların telef olmasından donarak ölmesinden korkulmaktadır.  Damlarda yuvak yuvan kadınlar bir birlerine Kız Soğucaklı!  Kovanlıklı!, Kız Hatice!, kız Hürü Kızı!,  Askerin Kızı, Havva Abla bak bakalım Kuz? dan dan davar geliyor mu?  Nerede kaldı bu davar aylan, çok gecikti. Çoban Mehmet bugüne kalmazdı. Ama neden böyle yaptı diye yüksek sesle konuşmalar yapılıyor;   bu konuşmalar damdan dama duyulmaktadır.  Çoban Mehmet davarı birkaç gün önce getirebilirdi, fakat bu durumda: ?Niye çok erken getirdin. Birkaç gün daha kalsaydın da; mal yayla da yayılsaydı? gibi eleştirilere mazur kacağından son günlere kadar yayla da kalmayı tercih etmiştir.

Fırtına 2000 rakımlı tepelerden 1500 rakımlı vadilere doğru eserken şiddetli uğultu sesleri çıkarmaktadır. Köyün kuzeybatı yönünde Aslantaş üzerinden esen fırtına kar yağışı ile Taşbaşı?nda zirveye ulaşarak vadilere doğru helezon çizerek ilerlemektedir.  Birbirine tutunmak isteyen kar taneleri bu şiddetli ve fırtına karşısında çaresiz kalmaktadır.  Şairin dediği gibi: 

?Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi karlar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar?
(2)

Köy üzerinde defalarca tur atarak Dere Boyu?na, Dutluca Boğazı?ndan, Kovanlık Köyü üzerinden Ulu Yol Sırtları?na, oradan Göksu Vadisi?ne doğru yol almaktadır. Yağmurla karışık kar yağışı kendini tipi ye bırakmıştır.  Tipi ile birlikte hava sıcaklığı ? 12 dereceyi bulmuş, görüş mesafesi 25 metreye düşmüştür.  Damlarda yuvak yuvan kadınlar bir birlerini ikaz ederek bağırıyorlar. Amanın komşular kar geliyor, tipi geliyor,  tufan geliyor, kar fırtınası geliyor,  dağ fırtınası geliyor,  bu ?KASIM FIRTINASI? dikkat edin adamı damdan atar, dikkat edin diye çağrı yapmaktadırlar.  Ellerindeki demir saplı taş yuvakların damdan düşmesi ve dahi kendilerinin de yuvakla aşağı düşmesi an meselesidir. Kadınların giydiği bol giysiler gemi yelkeni vazifesi görmekte sürüklenme ve düşme riskini artırmaktadır                                                                 . 

 Zavallı köylü kadınlar damda yuvak yuvarken bir taraftan evdeki ihtiyarları ve çocukları düşünür, bir taraftan ahırdaki canlı hayvanları, bir taraftan yayladaki davarı, bir taraftan gurbetteki erini düşünür.  Öküz, inek, düğe, dana, buzağı eşek, koçlar ve tekeler ahırda beslenmekte ancak güz yaylasına çıkan koyun ve keçiler henüz yayladan gelmemiştir. Davarın gelişi dört gözle beklenmektedir.  Akşamdan beri esen şiddetli fırtına da göz gözü görmez olmuş,  az miktarda yağan kar çatır çatır donarak her yanı buz kaplamıştır. 

        

            Yaylada bulunan Çoban Mehmet o gece kaldığı taş yapılı evde şafak vakti uyanır. Sönmekte olan ateşi harlar. Süt pişirir. Önce karnını doyurur.  Sonra davarın başında yatan Arslan, Karabaş, Akış adlı köpekleri için arpa unundan sıcak çorba yapar, onları doyurur. Giyinir, kuşanır ayağında körüklü deri çizme, yün çorap, yün don, bacağında İngiliz kilotlu top pantolon, sırtında oduncu gömleği, onun üstünde elde örme kazak, yün dokuma top kumaştan dikilmiş yün ceket,  başında yün örme, boynunda bir dolama olduğu halde dışarı çıkar. Sırtına kepeneğini alır. Palaskasına ?Ceze Marka? tabancasını ve su dolu matarasını takar. Yanından ayırmadığı bıçağının iç cebine koyar. Meşe dalından yapılmış çomağını da eline alarak büyük bir endişe ve korku ile ağıldan davarı salar. Çoban Mehmet en çok kurt saldırısından korkmaktadır. Köpekler çok eğitimli ve besilidir. Ancak soğuk ve kar köpekleri çaresiz bırakabilir. Yolun karla kapanacağından, ayrıca esen fırtınadan ve kardan hayvanların telef olacağından endişe etmektedir. O gece davarların üstüne beş santim kar yağmış; kar adeta koyunların üstünde donmuştur.  Çoban Mehmet yayla evinde kullandığı yatak ve basit ev eşyalarını bir gün öncesinden yeğeni Ali ile Soğucak Köyü'ne göndermiştir.

            Karabayır Obası?nın davarını Ağabeyi Hatip Yusuf gütmektedir. Daha önce aynı gün ve saatte yola çıkmak için sözleşmişlerdir. Yolda birbirlerine yardımcı olmayı ümit ederler Hatip Yusuf da aynı saatlerde aynı duygu ve düşüncelerle Karabayır obasının davarını ağıldan çıkarmış çoktan Meydancık Düzü?nü aşmıştır.  Yolculuk çok çetin geçmektedir. Deli rüzgâr az miktarda yağan karı yerden alıp göğe savurmakta, zaman zaman koyunların önünden esmekte olup; koyunlar rüzgârın etkisi ile geriye doğru dönmektedir. Kar yağışı olanca hızı ile devam etmektedir. Her iki sürü arasından takriben 600 metre mesafe vardır. Köpeklerden Arslan önden gitmekte, Akış ve Karabaş arkadan sürüyü takip etmektedir. Köpeklerin boynunda demirden yapılmış dikenli meres (tasma) vardır. Davarlarda takılı taka, gıldırgı, takırdavık, nareni, topran gibi çeşitli çanlardan çıkan sesler dağlardan vadilerden yankılanır. Çoban Mehmet tepelerin başında zaman zaman arkasına bakarak yayladan ayrılmanın hüznünü yaşamakta duygulanmaktadır. Davar Yalnız Ardıç?ın üs kısmında Ak Yokuş Tepesi?ne doğru vardığında bu bölgede karla kaplanmamış geven diken ve çalılar vardır. Davar yaylıma koyulur. Bunu fırsat bilen Çoban: davarın en üst bölgesine kuru bir taşın başına oturur, Karkaldığı Tepesi?ne doğru uzun uzun bakar. Derin bir oh çeker. Kepeneği üstüne örter, düşüncelere dalar. Bu yıl Hızır İlyas günü çomağı Urgancı Musa?dan teslim almış; büyük umutlarla işe başlamıştır. Daha sonra ailesini yaylaya çıkarmış; Yunuslu Obası?nın batı yönün Gedikli Koyağı?nın sonunda büyük kayanın dibinde yer alan Osman Arıcı?ya ait evde eşi ile oturmuştur. Oba sakinleriyle uyumlu çalışmış. Beş davara bir gün hesap edilerek davar sahipleri sıra ile çobana üç öğün yemek hazırlayıp yedirmişlerdir.  Kırkım zamanında sıra ile koyunlar, kuzular, keçiler en son oğlaklar kırkılmış, yünleri Ahmetler Deresi?nde yıkanarak kullanıma sunulmuştur. Kırkım işini bilen mal sahipleri kendi kırkmış, bilmeyenler kırkım işini çobana belli bir ücret ödeyerek kırktırmışlardır. Karşılıklı iyi ilişkiler yıllar yılı süre gelmiştir. Temmuz ayının son haftasında yayladan göçülür. Çoban Mehmet ailesi ile yayla yaylamış tüm yaylacılar gibi temmuz ayının son haftası yayladan göçmüştür. Ne var ki ağustos ayında eşi hastalanarak vefat eder; geriye 2,5 yaşında bir kızı çocuğu öksüz kalır.  Şimdiye kadar birçok anasız kalan kuzuyu eline alan çoban bu sefer anasız kalan öz kızını kucağı almış ömrünün en derin acısını yaşamıştır. Bu anılarını hayal ederken göz yaşını tutamaz. Bir köpek havlaması ile yarım uykusundan uyanır. Başka bir köyün sürüsü kendi sürüsüne yaklaşmaktadır.  Dağılan davarı toplar köy istikametine sürer.  Son kez yayla yönüne bakarak şu türküyü söyler.

?Ben bu yaylaları yaylayamadım.
  Suları soğuktur boylayamadım.
Güzelin gönlünü eyleyemedim.
Guruya kaderim yardan ayrıldım.
(3)

          Geçilen araziler engebeli çalılık, taşlık, dikenli ve gevenlidir.  Kurt ulumaları köpek ulumalarına karışır. Sivaz Oluğu?na geldiğinde büyükçe bir kayanın başın çıkar azığını çözer azığında yufka ekmek arasına sürülmüş tahin, keş ve zeytin vardır. Yemeğini yer, matarasından bir su içer.  Köpeklere de birer ekmek atar. Yola revan olur.

           Köyde öğleye doğru insanların heyecanı doruktadır. Damlara çıkan kadınlar Isırgan Tepesi?ni gözetlemektedir. ?Kız bakın bakalım bu davar nerede kaldı. Başına bir hal gelmese bari? diye çığrışırlar. Ocak başında yemek pişiren Ebem: ?vah vah davara bir hal olmasa bari? diye dizlerini dövmekte; bir taraftan da ?Gelin aman şu davarı bir ayır gel hayırlısıyla? diye anama tembihlemektedir. Öğle ezanı okunduktan yarım saat sonra Isırgan Tepesi?nden bir davar sürüsü görünür ve çan sesleri köyden duyulur. Yine kadınlar: ?İmam?ın kızı bakın davar geliyor, Hocaköy?lü bak davar geliyor sesleri vadilerde çınlar. Damlarda bulunan kadınlar davarın gelişine çok sevinirler. Az sonra Hatice Kadın bağırır: ?Kız bu bizim davar değil Karabayır?ın davarı Karbayır?ın davarı? der. Bu duyan diğer kadınlar doğru söylersin bu ?Hatip?in davarı arkadan gelen odur.? derler. Sevinç çığlıkları bir an için sessizliğe boğulur.  Derin bir endişe hüzün hâkim olur. Karabayır?ın Davarı Topaktaş Mevki?nden uzaklaşınca Isırgan Tepesi?nden ikinci bir çan sesi duyulur. Bu sefer ?Müjde, müjde işte bu bizim köyün davarı Köpeklerden bildim? der Sarıkız.  Bu duyan diğer kadınlar birbirlerine bağırır ?Dede?min Gelini, Karabayırlı, Asker?in Kızı,  Bizim Köylü, Kozağaçlı bak bizim davar geliyor Aslantaşlı?ya haber verin avluyu açsın?  diye bağırmalar, çağırmalar bir birini kovalar. Sevinç dolu konuşmalar vadilerden tepelere yankılanır.  Artık köylü hasret kaldığı davarına kavuşacaktır. Fırtına ve soğuğa aldırmayan kadınlar ellerinde değnekler, çomaklar, yardımcı çocuklarla birlikte Dibek Meydanı?na toplanmaya başlarlar. Davar sürüsü tepeden aşağı eğilirken çan sesleri, köpek ulumaları gittikçe artmaktadır. Çoban Mehmet bir taraftan yayladan ayrılmanın hüznünü yaşarken bir taraftan da sağ salim köye yaklaşmanın sevincini yaşamaktadır. Kuz Dağı?ndan son bir defa yayla istikametine bakarak derin bir nefes alır.  Bütün amacı zayiatsız olarak malı sahiplerine teslim etmektir.  ?Ah! Yaylam sana hasret kalacağım? diyerek gözyaşların tutamaz.  Yörük geleneğinin son temsilcisi olan bu insanlar yaylalarda, dağlarda yaşamaya alışık olduğundan; köy hayatına, yerleşik düzene uyum sağlamakta zorlanmaktadır. 

                             Davar sağ salim Dibek Meydanı?na gelmiş; etrafı köylü kadınlar tarafından çevirmiştir. El birlik davar Ali Akkuş?un avlusuna katılır. ?Şükür Ya Rabbi! davara kavuştuk? sözleri ağızdan ağıza duyulur. Her bir kadın kendi koyununu kuzusunu buldukça sevinç çığlıkları atar. ?İşte bizim mor koyun.? ?İşte bizim ince kuyruk.?

                   ?İşte bizim kara burun? diye sözler duyulur.  Çoban avlu girişinde taşın başına oturmuş gelen gidenle konuşmaya başlar. Bu arada avlu sahibinin büyük oğlu Mehmet durumdan vazife çıkarmış davar ayrım işinin fiilî nezaretçisi durumuna geçmiştir. Çünkü Mehmet çobanın en büyük yardımcısıdır. Çoban tutuluncaya kadar, çoban izine ayrılınca, hasta olunca, davar köyde güdülürken çeltek olarak davar gütme vazifesini üstlenmiştir. Bu gayretlerinden olacak ki çevrede ?Çavuş Mehmet? diye nam salmıştır. Bu yıllarda Urgancı Mehmet de aynı vazifeleri yapan insandır. Her iki kişi köyün bu hususta yardımcısıdır. Köyün davarı ve oğlağı çobandan sonra bu iki kişiden sorulur.  Mehmet Akkuş davarı iyi tanıdığından malını bulamayan köylü kadınlar: ?Mehmet benim kara keçi nerede?? ?benim ala çebiç nerde?? ?sorularına aranan hayvanı bularak cevap verir.  Leyla Kadın  ? Mehmet benim boynuzsuz keçi nerde?? diye sorar. Mehmet ?karşı çalının altında abla ? diye keçiyi elle koymuş gibi bulur getirir. Bu yönüyle köy halkının Çavuş Mehmet?e bir diyet borcu vardır. Yaklaşık bir saat büyük bir telaş yaşanır.  Bazı ihtilaflar da çıkar ?kız bu benim kısa boynuzlu koyun?  der diğer biri ? Kız o bizim eğri boynuzlu koyun enine baksana? Eninden belli olmaz mı ??  der. Öbürü buna itiraz eder ?Kız bizim en de böyle ? diye itiraz eder. Devreye Çoban Mehmet girer  ?Abla bu senin koyun değil Muhtarın Koyunu? der ihtilaf çözülür.  Koyunun bulamayan kadına çoban Mehmet koyununu bulur teslim eder.  Koyunlarını alan kadınlar malına kavuşmanın sevinci ile evlerinin yolunu tutarlar. Biz de anam ile ayırdığımız koyunları sürerek eve getirdik, avluya oradan ahıra koyduk.  Koyunların başlarında buz tutmuş, ayaklarında buzdan çorap giyilmiş gibi olduğu halde tir tir titriyorlardı. Anam koyunlara ılık su içirdi.  Hayvanlar ısındıkça kendine geliyordu.  Davarın sağ ve salim olarak köye gelmesi köylülerde büyük bir mutluluk ve sevinç meydana getirmiş; iki saat önceki kuşku ve endişenin yerini sükûnet almıştır. Bu durumdan en fazla memnun olan Çoban Mehmet davar ayrımını bitirmiş huzura kavuşmuştur.  Avlu sahibi Aslantaş?lı Kadın Çoban Mehmet?e seslenerek; ?Gel  Ağası bir ekmek koyuvereyim? diyerek eve çağırır.  Zaten çok yorgun olan Çoban Mehmet yukarı eve çıkar sokağa kepeneğini ve eşyalarını koyar, odaya girer; hazır olan sofraya oturur.  Sofrada un çorbası, patates pilavı, ayran ve pekmez vardır.  Aslantaş?lı  ?Sağ ol Ağası geç kaldın ama sağ salim geldin hele şükür? der.   Mehmet ?Sağ olasın Abıla olacak ne yapalım bu işi bizim dedelerden kalma mesleğimiz alışığınız bu rezilliğe? der.

            Yemeğini yiyen Çoban Mehmet?i Köy Odasında Muhtar Emmi beklemektedir. Muhtar köy odasında Tevfik Hoca ile sobanın başında muhabbet etmektedir. Hemen Muhtar?ın yanına varır. Muhtar: ?Hoş geldin Kurt Oğlan!   Geciktin, merakta kaldık ve buna da şükür? diye karşılar.? Mal da zayiat yoktur inşallah?. ?Hoş bulduk dayı ne yapalım; hava düne kadar güzeldi, adeta bahar havası vardı dün öğleden sonra aniden kış bastırdı.  O vakitte yola çıkamadım.   Her şeye rağmen zayiat vermedik? der. Hoş beşten sonra sobanın başında çaylar içilir muhabbetler yapılır. Muhtar: ?Mehmet

bugün burada kalalım yarın hesabı görelim der.  Mehmet: ?Dayı bana müsaade aylardır çoluk çocuk hasretle beklemekte bugün gideyim birkaç gün sonra hesabı görürüz sizde hesap mı kalacak?der.  O gün akşama doğru Çoban Mehmet Soğucak Köyü?nün yolunu tutar evine varır.  Aylardan sonra ailesi  ile bir yemek yer.

                İbiceli Ali ve damadı Urgancı Musa köyde en çok davar, çoban ve yayla meseleleriyle ilgilenen insanlardır. Uyumlu çalışmakta olan bu iki kişi, aileleriyle birlikte köylülere hayvan yetiştiriciliğinde önderlik etmektedirler. Çobanı tutarlar, çobanın her türlü ihtiyacını, özlük haklarını tayin ederler. Sıra ile yemek verilmesini organize ederler. Yaylaya ne zaman göçüleceğine, davarın ne zaman yılkıya yatacağına, kırkım yapılacağına, tuzlanmasına, ilaçlanmasına, yıkanmasına, köye göçülme tarihine bu aileler kara verirler. El hâsılı davar ve yayla bun bunlardan sorulur.  Bu ailelerin mala davara karşı ayrı bir sevgileri, ilgi ve alakaları vardır.  Malın besleyip büyütülmesinde olduğu gibi satış ve pazarlanmasında halka yardımcı olurlar. Köylüler mal hususunda bütün soruları bunlara sorarlar, bu kimseler her konuda halka yardımcı olduklarından; köylüler tarafından hayırlı komşu diye, anılırlar.

           Çoban Mehmet Soğucak Köyü'nde Yukarı Köy (Ağalar Mahallesi) de ikamet eden Eski Oğlan Sülalesi'ndendir.  Eski Oğlanın asıl ismi Yusuf tur. Yusuf?un dört oğlu vardır  Mustafa, Ali, İbrahim, Mehmet. Bu sülalenin insanları asırlardır davar çobanlığı yaparlar.  Çevre köylüler tarafından çobanlık için en çok aranan kimselerdir.  Büyük kardeşi Yusuf Eroğlu uzun süre Karabayır Obası?nın davarını gütmüş küçük kardeşi  Mustafa Eroğlu Yunuslu Oba?sının davarını gütmüştür. Amca oğulları Ali  Yusuf  ve diğerleri  çobanlık mesleğinde  uzman kişilerdir.  Davarın nerde ne zaman nasıl güdüleceğini,  gece gündüz, hayvanların nerede yatırılacağını,  nerde ne zaman kurt tehlikesinin olduğu,  hayvanların  doyup doymadığını,  ne zaman su ihtiyacı, ne zaman tuz ihtiyacı olduğunu,  hangi otun yararlı, hangi otun zararlı olduğunu,   hayvanın duruşundan ne tür hastalığı yakalandığını,  yara berelerin tedavi edilmesini, kırık ve çıkıkların sarılmasını gayet iyi bilirler. Yörük kültürünün tüm özelliklerini taşıyan bu insanlar adeta dağlara aşık; dağlar da bu insanlara aşıktır.  Çoban Mehmet?in babasına yörede Kurtoğlan denilmektedir. Bu ismin bahar aylarında kurtlarla uzun süre mücadele ettiği gerekçesiyle konulduğu sanılmaktadır. Asıl adı Mustafa?dır.  Çoban Mehmet aynı köyden Hatice adında bir kadın la evlenmiş ondan  Huri adında bir kızı olmuştur  Hatice genç yaşta ölünce aynı köyden Yaşar adın da bir kadınla evlenmiştir. Bu kadın dan dan dört çocuğu olmuştur.

            Aradan üç dört gün sonra bir kuşluk vakti Çoban Mehmet Köye gelir Muhtar Emmi ile görüşür. 345 davara baktığı söyler. Yıllık ücretinin 700 TL.  olduğu zaten önceden kararlaştırılmıştır. Yıl içinde Urgancının Musa çobana kepenek, mest. lastik, elbise, kırkım makası, bir matara almış, Ayrıca davar için tuz, tedavi amaçlı katran ve pise almış; bunların takribi hesabı 175. TL. tutmuştur.  Bu hesaba göre toplam masraf 875 TL. bacak başı 25 TL?si çoban hakkı düşmektedir.  Muhtar listeyi köyde bulunan iki delikanlıya verir ?bu hesabı toplayıp gelin uşaklar? der. Gençler paraları ev ev gezerek toplar öğleden sonra hesap tamam olur.  Muhtar: ?sağ ol yeğen, biz senden çok memnunuz davara iyi baktın, zayiat verdirmedin?.  Çoban Mehmet  ?Bir koyunu kurda kaptırdık, birisinin ayağı kırıldı birisi taştan yuvarlandı kurtaramadık? der.  Muhtar ?olacak Mehmet malın olduğu yerde bu kadarlık olur senden iyi kimse bakamaz bu davara. Yeni sene baharın kimseye söz verme gel anlaşalım? der. Çoban Mehmet: ?İnşallah dayın sizden iyi ağa mı bulacağız. Biz sülale olarak Gedikli?nin, Yunuslu?nun çok ekmeğini yedik?  Der. Muhtar da: ?Biz de sizin sülaleden memnunuz? diyerek helalleşerek ayrılırlar.

             Muhtar Mustafa ARICI: Babası Gedikli Sülalesi?nden Ahmet oğlu Abdurrezzak tır. Annesi Darpıcılar sülalesinden Mehmet Kızı Fatma dır.  Mehmet Emin, Ahmet, Osman adında erkek kardeşleri,  Havva, Fatma ve Ayşe adında üç kız kardeşi vardır.  Kozağaç Köyü?nden Ayşe adında bir kadınla evlenmiş, çocuğu olmamıştır.  Genç yaşta kardeşi Osman ve onun eşi ölmüş; bu evlilikten doğan yeğeni Havva?yı evlat edinmiştir.  Amcası İsmail Gedik?ten sonra köy idaresinde etkin rol oynamış olup, Gedikli Oymağı?nın Reisi, Köyün beyidir. Tarihi çok derinlere uzanan  ?Âyanlık Geleneği'nin son temsilcisidir.  Uzun yıllar muhtarlık yapmıştır;' köyde sevilen ve sözü geçen bir kimse olarak anılır.  Yaşadığı müddetçe köyde meydana gelen küçük ihtilafları çözüme kavuşturan bir otorite olmuştur.

          Bugünlerde koyunlar koçlarla, keçiler tekelerle buluşur.  Yörede bu günlere        ? Koç Katımı?  ?Teke Katımı? denir.  ?Koç-teke katımı? büyük sevgi ve coşku ile kutlanır.  Herkes sürünün sağlıklı, bereketli ve verimli olması için dua eder. Hayır, verir,  İhtiyar kadınlar: Her evden bir sıcak çıksın diye genç gelinlere öğütler verirler. Bu günler de; Ebem çalı ateşi yanan ocakta tarhana çorbası pişiriyor; bir yandan da  anama seslenerek:  ?Kızım bizim evden de bir sıcak çıksın. Geçmişlerimizin ruhu için. Sürünün bereketine vesile olur. Ben büyük görümcemden işittim ki; ?Bir ocakta sıcak su kaynasa dahi onda fakirin hakkı vardır.?  Bu duyan anam: ?Tamam ana hemen yapayım? der. Anam; o gün veya bir gün sonra  ahşap teknede  mısır unu ile buğday ununu karıştırarak hamur yoğurdu.  Saç üzerinde köylülerin ?mısırlı? dediği bazlamalar yaptı.  Sade yağ sürdü. Oğlum bunu harmanda oynayan çocuklara dağıt dedi. Bakır tepsiye dizdiğim 15- 20 bazlamayı  İmam Dede?min harmanına  çıkardım.  ?Çocuklar mısırlı?! diye bağırdım. Aşağı harmanda ve yukarı harmanda oynayan 8-10  çocuk koşarak geldiler, adeta  saldırırcasına  tepsideki  bazlamaları alıp;  bir taraftan yiyerek  bir taraftan  koşarak uzaklaşıp  gittiler. O zaman anladım ki bu çocukların gerçekten bu bazlamalara ihtiyacı var.  Evlerde yağlı pişi, kömbe, keşli ekmek, şipleme, mayalı ekmek yapılır. Çocuklara, komşulara dağıtılır.  Nohut, mısır karışımı bulgur pişirilir misafirlere ikram edilir.

             Köyde diğer koçlar gibi bizim sürmeli de dört gözle yayladan koyunların gelmesini bekliyordu. Sürmeliyi çok seviyor ona Sürmeli Can diyordum. Ağustos ayında köyün koçları davar dan ayrılmış ayrı bir sürü halinde güdülüyordu. Koçlar köylülerin arasından sıra ile seçilen ayrı bir çoban tarafından güdülerek öğle vakti Yakup Yeri Mevki?nde Mevlit Ekiz? in armut ağacının gölgesinde yatıyorlardı. Aynı şekilde köyün tekeleri de aynı zamanlarda davar sürüsünden ayrılıyor ayrı güdülüyordu. Diğer koçlar ve tekeler gibi benim sürmeli koçum da koyunlarına kavuşmuştu.

              Yörük geleneği köyde hâkim unsurdur. Bunun içindir ki köylüler hayvanları çok seviyorlar onlara gözü gibi bakıyor, onların varlığı ile mutlu ve bahtiyar oluyorlar.   ?Mal canın yongasıdır? atasözü köyde tezahür ediyordu.  Günlük hayat hayvanların ihtiyaçlarına görü şekillenmektedir. Bu düşüncelerden olsa gerek her bir hayvanın değişik isimleri olur, bu isimle anılırdı. 

  • Koyunlara ve Koçlara : eğri boynuz. sürmeli, süslü, edalı. çıtak. kıvırcık. nesrin, yaz gülü, gülistan, nergis, deli baş, kısa boynuz, ince kuyruk gibi isimler verilir,
  • Keçiler ve tekelere: kabış, sivri boynuz, kara kılçık, sarı teke, kara teke,

           gürlek, dizlek, teke sakal, ak yazmış, ala çebiç
    -   Düve ve buzağılara; Cığalı, goğur, süslü, nazlı, sarı kız,  sarı yayla,  nevruz, sarı      öküz, sarı maya, nigar, güzel, kibar,  ala,  oylum, güllü, sultan, gibi simler,

  • Öküz ve tosunlara: kocabaş, ağ öküz, koca öküz, tozkoparan, boynuz kıran, yorgun,
  • Eşeklere; kır eşek, çifte nallı, nalsız, zıpkın, dalgın, nalı kırık, uzun kulak, atmaca gibi isimler verilir.
  • O zamanlar bazı köpekler çok meşhur olmuşlardı. Gedik oğlu İsmail?in Akbaş, Halil Yıldırım?ın Sarı, İbiceli Mustafa?nın Kaplan, Akbaş, Kibar, İbiceli Ali?nin Alaç, Urgancıların Mati, Coo, Mehmet Gedik?in Mati, Mehmet Çiçek in Alaca, Öğretmenin Pali, Garip, Müftünün Gobel, Ahmet Doğa?nın Gardiyan, Çıldır Kızı?nın Kulaklı, Kostak, Abdullah Çelik?in Polis, Çoban Mehmet Eroğlu?nun Karabaş, Hamza Evmez?in Akış, Osman Şen?in Mercan, Coşkun, Mehmet Uysal?ın Latsi, Beyaz, Kemal Doğan?ın Topsi, Mehmet Oğuz?un Sürmelisi, Mehmet Teberik?in Çakır, İbrahim Oğuz?un Palisi hafızalarda yer etmişti. Bu isimler köylülerin hayvanları ne kadar sevdiğini bir göstergesidir

           Koç katım zamanında köyün 8- 15 yaş arası erkek çocukları kendi aralarında çeşitli oyunlar tertip ederler.  Bunlardan en meşhuru ?Tekecik Oyunu? dur.  Akşam vakti yatsından sonra bir araya gelen çocuklar ellerinde tefler, çanlar, ziller olduğu halde ev ve gezerler.  Her evin kapısında:   

Heyhey! Ağalar Beyler Hey!

Teke kattım duydunuz mu?

Selam verdim aldınız mı?

Verenin bir oğlu olsun.

Vermeyenin kızı olsun.

Onun da başı yağır olsun.

Berakat! Berakat!, Berakat!

Ağalar beyler duydunuz mu?

Selam verdim aldınız mı?

 Ekiz ekiz kuzulasın.

 Dördü sekiz kuzulasın.

Tek tekecik tek tekecik,

 Ballı yağlı tek tekecik,

Bal olmaz sa. yağ olsun,

Anam babam sağ olsun.

 Verenin evine buğday yağsın.

 Vermeyenin ambarı boş kalsın.

 Hey ağalar, Hey beyler, Hey! (4)

 Diye bağırırlar.

            Her bir evden un, bulgur, tereyağı, yumurta, yoğurt, pekmez gibi yiyecekler toplanır.  Topladıkları nevaleleri bir evde bir araya getirerek un helvası yaparlar.   Helva pişinceye kadar oyun oynarlar, türkü söylerler. Yörede en çok bilinen Türküler: Aslan Mustafa?m, Hele Hele, Müslime Gelin, Kırat Gemini Almış türküleridir.

 Bu türkülerden:

?Kırat gemin almış yol mu dayanır?
Nazlı yar uykudan uyur uyanır?
Benim döndüm gelin olmuş gidiyor.
Aman Allah buna can mı dayanır?
(5)

Türküsünü söylerler, eğlenirler.  Helva yemeğinden arta kalan nevaleler belli bir bedelle köylülere satılır. Gençler bu para ile lokum, bisküvi alarak kendi aralarında yerler. Hatırladığım kadarıyla son ?Tekecik Oyunu? İmam?ın Büyük Gelini?nin evinde kutlamış; yengem bize tereyağlı un helvası yapmıştı.

            Kız çocukları ise emsalleriyle evlerde toplanırlar, bulgur içinde nohut fasulye,  mısır gibi tahılları pişirerek yerler.  Mâni söyler, türkü çağırırlar.  Meşhur kaşık oyunu oynarlar.  Bu oyunlarda keçi derisinden yapılmış zilli tef çalarlar.

Bu türkülerden en meşhuru;

Sarı gelin suya gider.

Eloğluna çalım eder.

 Çalım etme sarı gelin.

 Cahilim aklım gider.

Kara kazan kaynamasın.

Atım cirit oynamasın.

Asker oldum gidiyorum.

 Nazlı yârim ağlamasın.

 Kara çadır is mi tutar?

Yağlı mavzer pas mı tutar?

Ağlar ise anam ağlar.

Elin kızı yas mı tutar? (6)

           Yöre insanı kendi eğlencesini; yakımını, manisini, masalını, güldürü ve ağıtını yılların verdiği bir gelenekle kendi oluşturur.

           Tüm hayvanlar ahıra girmiş, ancak hayvanların derdi bitmemiştir.  Bu hayvanların ahırda akşam sabah beslenmesi gerekir. Ancak mevcut yem ve samanlar yeterli gelmez. Bunun için ek besin kaynaklarına ihtiyaç vardır. Köylüler köy arazilerinde bulunan dikenlerden ve gevenlerden istifa ederler. Köy çevresinde ki gevenleri söktükleri gibi bu yeterli olmadığından yayla arazilerinden geven tedarik ederler.  Yaya olarak hayvanlarla birlikte gidilirse 2,5- 3 saat sürer. Bunu bilen köylüler güz mevsimin ekim, kasım aylarında; bahar mevsimin: mart nisan aylarında yaylaya geven kazmaya giderler.  Bu çok çileli meşakkatli bir iştir.  Gece yarısı saat üç sularında kalkan köylüler erzaklarını ve merkeplerini hazırlayarak dörtte yola çıkarlar, Yollar yokuş, engebeli, taşlı, dikenli, karlı çamurludur. En zor yeri de 1800 rakımlı % 53 eğimli Isırgan Tepesi?ni aşmaktır. Ancak bu şartlara alışkın olan köylüler patika yolları aşarak sabahın yedisinde yaylaya vasıl olurlar. Yaylanın: Armutlu Tümsek, Meydancık Düzü, Alıçlı Boğaz, Araplı Düzü, Avdan Düzü, Karkaldığı Tepesi gibi mevkilerinden geven kazarlar.  Gevenler kazma ile 10 santim kazılarak, el bıçkısı ile kesilir. Belli noktalara öbek, öbek yığılır.  Ateş yakılarak dikenleri ütülür.  Denk yapılarak merkeplere yüklenir.  Köylüler öğleye doğru getirdikleri azıkları çözerek yerler.  Azıklarında keş, un helvası, ekmek övmesi, pişmiş yumurta, pişmiş patates, kaygana gibi yiyecekler bulunur. Su ihtiyaçlarını yol güzergâhında ve yayla arazilerinde bulunan çeşmelerden ve pınarlardan karşılarlar. Öğleden sonra saat 13-14 gibi  uzun kervanlar oluşturarak, geldikleri yoldan köye dönerler.  Geven yükleri avluya yığın yapılır.  Zaman zaman tahra ile doğranarak, hayvanlara yem katkı madde si olarak verilir.  Geven hayvanların süt ve et verimimi artıran önemli bir gıda maddesidir.            

            Ahıra katılan hayvanlar akşam ve sabah saman ve katkı maddeleri ile beslenir. Sağmal olan büyükbaş hayvanlar sağılır. Öğle vakti hayvanlar Köy Oluğu?ndan, Bayır Ardı Oluğu?ndan ve Sorkun Oluğu?ndan sulanır.  Kar ve tipinin çok olduğu zamanlar da köylü kadınlar sırtlarına yükledikleri testilerle su getirerek hayvanları sularlar.  Kış aylarında havanın çok karlı ve tipinin olmadığı zamanlarda küçükbaş hayvanlar köylüler tarafından sıra ile güdülürler. Bu hayvanlar köyün doğu yönün de ki meşe koruluğunda, Dutluca bağlarında, Sarı Güney arazilerinde, Tümseklerde, Çetince Boğazı?nda, Osman Ovası mevkilerinde gülüdür.  Batı yönünde Kılıç Dere Boğazı?nda, Kuz Dağı?nda,  Nura Ovası?nda, Nura Dışı, Köpürcek Çayırı ve Sivaz Oluğu mevkilerinde güdülür.  

Kış aylarında damlardan kar kürüme ve dam yuvmak zorlu meşakkatlerdendir.  Yine köylüler kış aylarında yün eğirir,  çorap, kazak örer, kilim, çul, çuval, seccade, halı, top dokurlar,  Keçi kılları da eğrilerek değerlendirilir. Yünler ve kıllar eğirtmeç denilen basit bir aletle ile eğrilerek iplik yapılır.  Keçi kılında çuval, harar, sergi çulu dokunur.  İplikler Hacıyunuslar?lı boyacıdan alınan kök boyalarla renklendirilir.  Bu ipliklerden kazak, yelek, başlık, çorap, örülür.  Yün iplikten kumaş dokuma işine top dokuma denir. Ayrı bir dokuma tezgâhı vardır. Çok eski gelenektir. Köyde bu geleneği Hoca köylü Rahman Aba, Kara Osman?ın Gelini Nefise Aba, Muhtarın Karısı Kozağaçlı, Ekiz?in büyük kızı Hava, Nurullah kızı Ayşe ve son temsilcisi İmamın büyük kızıdır. Ayrıca kilim tezgâhı Abdil kızı, Asiye?den olma Emine, Urgancıların büyük gelini, İbiceli Ali?nin eşi Aslantaşlı,  İbiceli Kızı Hatice tarafında kullanıla gelmiştir.  Dokunan top kumaşlar önce ahşap teknelerde tepilir, sonra damlardan uzanan ağaçlara ağırlık konularak asılarak gerdirme işlemi yapılır.  Bu kumaşların bir kısmı köylüler tarafından pantolon, ceket, aba ve yelek olarak diktirilir. Bir kısmı gelen tüccarlara satılır. Urgancılar bu kumaşları satın alarak Aydın vilayetinde satarlar.

Netice olarak çilekeş köylü kadınları için dur durak yoktur.  Çalışmak onların değişmez kaderi olmuştur.  Yöre halkı kış aylarında yazdan kendi imkânlarıyla temin ettikleri gıda maddeleri ile ihtiyaçlarını karşılarlar. Pazardan gıda maddesi alacak maddi güç olmadığı gibi; pazarda satın alınacak çok çeşitli ihtiyaç maddesi yoktur. Sofraların baş tacı yufka ekmek, bulgur pilavının çeşitleri ve sofranın demirbaşı ayrandır. Tatlı olarak pekmez yenir. Ayran o kadar yöre halkı ile özleşmiştir ki ayransız sofra düşünülemez.  Ebemin en çok kullandığı bir dua vardır ?Allah hiç kimseyi ürünsüz bırakmasın.?  Bur da ki ürün kelimesinden süt ürünleri anlaşılır.  Özellikle de yoğurt ve ayran. Uzun kış gecelerinde aileler birbirlerine ziyarete gider, Gölle, galle, üzüm, çerez, elma kurusu, erik kurusu gibi yiyecekler ikram edilir. Çocuklar çeşitli oyunlar oynar, Büyükler onlara masal anlatırlar. Geçen yazın anıları hatırlanır. Ama en çok gelecek baharın ve yayla göçünün hayalleri kurulur.  Kış aylarında önce inekler doğum yapmaya başlar.  Sonra mart ayından itibaren küçükbaş hayvanlar doğum yapar.  İnek doğum yapınca evde büyük bir sevinç yaşanır.  İlk sağılan süte ağız denir. İlk ağız sağılır atılır, ikinci ve üçüncü, dördüncü ağız kaynatılarak içilir. Çok faydalı olduğu söylenir. Buzağı doğduğu günlerde doğan buzağıya ailenin en büyük kadını bir ad koyar. Ev de bulgur unundan hamur yoğrulur içerisine bir düğme konur, ocakta külün içinde pişirilir. Aile fertleri bu kömbeyi yerler; düğmeyi kim bulursa yeni doğan buzağı onun sayılır.  

           İmkânların kıt olduğu bu dağ köyünde insanlar Yaratan?ın verdiğine şükrederek yaşamasını bilirler. Geleneklerine ve törelerine sıkı sıkıya bağlıdırlar.  Köyde asayiş törelerle sağlanır. Töreleri ak sakallı kocalar, ihtiyar kadınlar uygulaya gelmişlerdir. Asrılardır süren gelenekler devam eder, gider.  Doğa adeta her kış ta ölür; her bahar da yeniden dirilir.  İnsanlar hiçbir zaman umutlarını yitirmezler.  Mutlu ve mesut olarak yeni umutlara ufuk açarlar.  

Dip Not:

  • 1-Ben de teşekkür ederim. Almanca
  • 2-Elhan-ı Şita Şiiri. Cenap Şahabettin
  • 3-Türkü sözü; Erhan Yılmaz Arguvan Malatya
  • 4-Tekerleme sözü Anonim
  • 5-Türkü sözü; Ali Ercan Niğde
  • 6-Türkü sözü. Anonim

Kaynak Kişiler:

  • 1-Mevlit AKKUŞ
  • 2-Murat EROĞLU
  • 3-PüryaneEROĞLU

 

  Kaleme Alan

  Mustafa ŞEN

  4 Mart 2022

  Selçuklu /Konya

 

YORUM GÖNDERYORUM GÖNDER
  Adınız Soyadınız :
  Mesajınız :
Not : Lütfen küçük harf kullanınız. Maksimum 500 karakter

Önemli Not : Gönderilen mesajlar sistem tarafından kayıt altına alınmakta olup site yöneticileri tarafından görülmektedir. Lütfen bu hususa dikkat edelim ve başkalarını rahatsız edici mesajlar göndermeyelim.
Sayfa Üretim süresi :0,2578

© 2011 bozkirkarabayirkoyu.com
Karabayır Köyü Web Portalı http://www.bozkirkarabayirkoyu.com

Tam Ekran