KOÇARLI OVASININ ANA KUZULARI
Mevsimlerden sonbahar. Harman kaldırılmış, buğdaylar öğütülmüş, bulgurlar çekilmiştir. Odun , saman ve kışlık yiyecekler çoktan temin edilmiş, samanlıklara ve kilerlere doldurulmuştur. İkindi namazı sonrasında köyün ihtiyarları, caminin önüne konulan uzunca bir ağaç kütüğünün üzerinde oturup hasbıhal etmektedirler. İhtiyarlarından biri;
- ‘’Havalar soğuyor komşular, rüzgar sert esiyor gayri,” diye söze başlar.
Diğer bir ihtiyar söze karışır;
“”Eee, kışın vakti geldi artık,” der.
Ağaç kütüğünün en başında oturan, köyün ileri gelenlerinden olan Memiş Emmi söz alarak;
-“Ağalar bırakın havaları da bizim Aydın vakti gelmedi mi, ne duruyoruz ?” der.
Hemen yanı başında oturan Hüseyin Ağa;-
-” Ulan daha işten güçten nefes alamadık, hele bir dur. Aydın ovası yerinden kaçıp gidiyor mu ?.” Diyerek karşılık verir, Memiş Emmi ’ye.
Bunu duyan Hafız Emmi;
- “Bakın hele ağalar, Aydın ovası kaçmaz, kaçmaz da çoluk çocuk aç. Allaha şükür, iyi kötü yiyeceklerini hazırladık. Yalnız bununla olmuyor. Bunun sabunu var, giyeceği var, var da var. Bunlar da parayla oluyor. Çalışıp para kazanmamamız lazım. Bunun da Aydın’dan başka çaresi yoktur. ”Diye söze devam eder.
Kütüğün en ucunda oturan Çolak Hamza, yarışta geri kalmış bir atlet edasıyla, yumuk eliyle uzaklarda bir yerleri işaret ederek; ”Dolhanlar’ ın, Gülved’ in uşakları çoktan Aydın’ı buldular. Soğucak ’lılar gideli bir hafta oldu. Kovanlık’lılar da hazırlık halinde, durmayalım bir an önce biz de yola çıkalım.” Diyerek söze karışır.
Köyün sakinlerinden Kara Ahmet, Ümmü Kadının Mehmet zaten yaz aylarında dahi köye gelmeyerek, Aydın’da kalmışlardır. Urgancı Abdullah, oğulları Mehmet ve Nurullah’ı alarak günler öncesinden Köyden ayrılmıştır bile.
Bu sohbetler devam ederken, Hacı Abdullah;
- “ilkmektebi bitiren çocuklara iş güç lazım. Benim Mustafa gibi daha sekiz on çocuk var. Bunları da Aydın’a gönderelim. Ramazan, sen Aydın’ı iyi bilirsin, bu çocukların elinden tut götür.” Diye tembihte bulunur.
Ardından köyün ileri gelenlerinden İmam Emmi; “ Komşu Ramazan , bizim oğlanlar da büyüdü, bunları da Aydın’a götürün de orada bir yer bulun, mukayyet ol bakalım bunlara.” Der.
Ramazan;
-“Tamam , İmam Dayı . Senin oğlanlara da yer bulmayıp da kimlere bulacağız?. Hele bir yola koyulalım da . Mevla ne gösterir bir bakalım.” Der.
Akşam namazından sonra eve gelen İmam Emmi, yemek öncesi gayet düşünceliydi. Nasıl söyleyecekti yavrularını Aydın’a çalışmaya göndereceğini? Daha küçücük iki yavrucak. Hele Arif ... Daha ana kuzusu sayılırdı. Ama İmam ihtiyarlamıştı artık ve Aydın’da çalışacak gücü görmüyordu kendinde. Ya koca karıya bunu nasıl söyleyecekti? Bu düşüncelerle oturdu yere serilmiş sofraya. Önce bir koca karıya baktı kaşlarını hafif yukarı kaldırarak sonra yavrucaklarına. Kıyamıyordu ama mecburdu. Eve ekmek lazımdı , geçim lazımdı. En iyisi lafı uzatmadan, dolandırmadan dümdüz söylemek lazımdı. Öyle de yaptı. İki oğluna seslenerek;
-“Oğullarım, ben ihtiyarladım artık. Yaşım yetmişi geçti, dizlerim tutmaz oldu. Ben bu yıl Aydın’a çalışmaya gidemeyeceğim. İş size kaldı artık. Oğullarım, bilin ki “dünya kırk kulplu bir kazan, tut bir tarafın dan da sen kazan” demişler. İkinize de Aydın da bir iş bulalım. Komşu Ramazan’a söyledim. İbrahim Çavuşa da söyleyelim size Aydın’da sahip çıksınlar, iş güç ayarlasınlar. Der.
Deminden beri sessizce kocasını dinleyen Irahma Aba’nın yüreğine bir kor düşmüştür. Ama karşı koyamaz kocasının dediklerine,” olmaz , göndermemyavrucaklarımı” diyemez de sadece boynu bükük kocasına yalvarırcasına:”
-“ Ay koca, bu yıl da katlansan da şu çocukları ezmesek olmaz mı ?” diye iki cümle dökülüverir dudaklarından.
İmam da yüreği sızlamaktadır ama yapılacak başka bir şey yoktur. Keşke genç olsaydı, çalışmaya gücü yetseydi ama takati kalmamıştı artık. Yine de dik görünmeye çalışarak;”
-“Olmaz kadın, olmaz. Ben yapamayacağım gayri .“Der.
Oysa ki İmam ne zorluklara katlanmıştı . Koskoca bir ömrü hep zorluklarla geçirmişti. On yıl medreselerde okumuş, yedi yıl askerlikyapmış, Birinci Cihan Harbi’ne katılmış, oradan da evine bile dönmeden İstiklal Savaşı’na katılmıştır. Ömrünün kırk yıldan fazlasını Aydın Ovası’nda geçirmiş, rızkını bedenen çalışarak kazanmıştı. Yani hayatı hep bir savaş ve mücadeleden ibarettir. Hepsinden çıkmasını bilmişti ama artık hayatla mücadele edecek gücü kalmamıştı.
Irahma Aba büyük bir telaş içerisinde iki oğlunun hazırlıklarını yapar. Onlara birer kat çamaşır, birer adet yorgan temin eder. Bir taraftan da tenha yerlerde için için göz yaşı dökmektedir. Daha şimdiden iki yavrunun hasreti içine düşmüştür bile.
İmam, karısının gizli bucaklı ağladığını, göz yaşlarını içine akıttığını sezmektedir.
- ”Garı ağlamaya gerek yok. Bu çocuklar gurbete alışmalı, para kazanıp, adam olmalılar.”Diye kendinceteselli edici sözler söylemektedir.
Köyde her evde artık çok heyecanlı bir telaş vardır. Aydın’cılar yola çıkacak, çamaşır katılacak, yataklar derilecek, azıklar hazırlanacaktır. Azık için bir haftalık yiyecek hazırlanır. Azık dediğin de nedir ki. Börek, çörek, pasta olacak değil ya… Bulgur unundan, pekmezle yapılmış helva ... Her bir öğün için beş adet yufka ekmek arasına sarılmış helva konur. Aydın’a gidecek çocuklara sırtbaş hazırlanır.
Gurbete gidecek oğlanlar saçlarını Topal Hüseyin’e ustura ile kazıttırırlar. Çocukların ayağında,“Özen Marka” lastik ayakkabı. örme yün çorap, üstlerinde; paçası düğmeli İngiliz külotlu yün pantolon, gömlek, kazak, top dokuma yün ceket, sekiz köşe aydın işi şapka vardır.
Irahma Aba, oğullarının pantolon ve ceketlerini yünden ip eğirmiş, kendi ıstarında dokuyarak, Soğucak’ taki bir terziye diktirmiştir. Köyün çocukları ilkokulu bitirmişler, bir yıl Karabayır’ da Hacı İbrahim’in oğlu Abdullah Hocada Kuran okumuşlardır. Yazaylarında tarlada çalışmışlardır. Ancak her birisi gurbete gitmek, para kazanmak, büyümek, adam olmak, büyüklerin geçtiği yoldan geçmek istemektedirler.
İmam’ım Osman ve Arif de bu duygular içerisinde sevinç ve hüzün arasında heyecanla gurbete gidecekleri günü beklemektedirler. Bunun için kendilerini fikren hazırlamaktadırlar. En yakınlardan başlamak üzere, hısım akrabayı ziyaret etmeye başlamışlardır. Havva ve Ayşe Cicelerini; Emine ve Ayşe halalarını, Nefise Abayı, Hoca Köylüyü Abıla’yı, Ali Öğretmen’i, Muhtar Emmi’yi ziyaret etmişlerdir. Pabuçucu’ da bulunan Havva Hala’yı, Hoca Köy’deki Fadime Teyze’yi bile ziyaret etmişlerdir. Yine Hoca Köy’e gelin giden Mümine Cice’ lerini ziyaret etmişler, Mümine Cice’leri biraderlerine, evin güneyindeki kovandan bir petek bal çıkararak ikram emiştir. Mümine Ciceleri zaten gurbettedir. Bir yanı yıkıktır. Bilir yani gurbetin ne olduğu. Şimdi de kardeşleri gurbete gidecektir. Bir sızı tutar yüreceğini “
-“Siz ne zaman büyüdünüz de gurbete çıkacaksınız ay benim kara gözlü kardeşlerim? Arif sen daha çok küçüksün diye hislerini dile getirir.
1951 yılın Ekim ayının ilk Cuma günü İbrahim Çavuş, Bozkır’dan bir Bedford marka bir kamyon ayarlar. Kamyon yolcuları Bozkır ‘dan Aydın’a götürecektir. Daha önceden hazır olan köylülere haber verilir. “Komşular yarın Cumartesi günü Bozkır ‘dan kamyon kalkacak, Aydın’a gidecekler kalmasınlar” diye haber salınır. Bu haberi alan köylüler, akşamdan, heybelerini ve hurçlarını hazırlarlar. Cumartesi sabah namazından sonra, her evden bir eşek, yükünü alarak arkasında çoluk çocuk genç ihtiyar hareket eder. Köyün altındaki şoseye doğru tüm köylüler yola koyulurlar. Burada herkes birbiriyle vedalaşır. Her eşeğin başında bir kişi kalmıştır. Aydın’a gidecekler yola devam eder. Yolcular arasında gençlerden ; Hacı Abdullah ‘ın Mustafa, Gazi Osman’ın Mehmet, Emin Beyin Ziya ve Abdürrezzak, Ekiz’ in Osman, İmamın Osman ve Arif, büyüklerden; Ramazan, Çolak Hamza, İbiceli Hüseyin, İ biceli Abdürrezzak, İbrahim Çavuş, Kır Ali, Ekiz’ in Mevlit , Sarı Mustafa, İbiceli Halil, Osman Çavuş , Bayram Ağa’nın Mehmet ve Mustafa, Memiş Abdullah, Hafız Emi , Emine Halanın Osman, Mollanın Mehmet, Koca Ahmet, Ümmi Kadının Mustafa, Hasan Usta … Daha isimlerini zikiredemediğimiz çok insan bu yolculuğa çıkmıştır. Köyde iş tutan 12 yaşından 70 yaşına kadar tüm erkekler bu yolculuğa iştirak ederler. Köy de kalan çocuklar, ihtiyarlar ve kadınlardır. Köyde kalan ihtiyarlar; Topal Hüseyin, İbiceli Mehmet, Ekiz Koca, Tandır Osman, Musaların Mehmet, Hacı Abdullah, Gedikoğlu İsmail, Muhtar, Gazi Osman, İmam, Ali Öğretmen. Bayram Ağa, Köylülerden Efkarlı Mustafa İstanbul ‘da seyyar satıcılık yapmakta olup yaz aylarında bir ay izine gelmiş, çoktan İstanbul’un yolunu tutmuştur. Yine köylülerden Çıldır Mustafa, Aydın ‘da çiftlik kurmuş, orada ikamet etmektedir. Abdürrezzak’ ın Ahmet Konya ‘ da çiftçilik yapmakta olup eylül ayında köyden göçüp gitmiştir. Bayram Ağa’nın Halil asker’den gelmiş, daha kedisi askerde iken göçü Konya’ gitmiş , asker dönüşü doğruca Konya’nın yolunu tutmuş orada bir iş kurma telaşındadır. Yine Sarı Ahmet Konya’da otel işletmekte, Sarı Mehmet onun katipliğini yapmaktadır. Gedikoğlu İsmail’in Mustafa Konya’da kahvehane işletmektedir. Emin Bey, Eğiste Hadim yolunda yol çavuşluğu yapmaktadır. Ekiz’ in Ali Bozkır Dere yolunda yol çavuşu olarak çalışmaktadır. Köylülerden Can Ali , Kara Musa Aydın’a koyun satmak için çoktan köyden ayrılmışlardır. Perişan Musa, oğlu Mehmet ve Mustafa ile Aydın ovasında ustalık yapmaktadır.
Özelikle gurbete yeni çıkacak olan oğlan çocuklarının ayrılığı yürek burkmaktadır. Irahma Aba iki yavrusunu yol çatına kadar uğurlar. Orada ikisini da kucaklayarak ayrı ayrı öperek koklar. Vakur bir eda ile göz aşlarını içine dökerek eve döner. Allah’a tevekkül etmekten gayri çare olmadığı bilir. İmam, yüklü kır eşeğiyle yolcularla birlikte Bozkır’ın yolunu tutar. Eve gelen Irahma Aba, top ıstarının başına oturur. Bir taraftan göz yaşlarını içine döker bir taraftantop dokumaya devam eder. Bir yandan da “elimin tek ulağı Hasibe ’m kaldı” diye mırıldanır.
Köyde kalan Muhtar Emmi, Ali Öğretmen yolcuları uğurlamaya gelmiş, geride kalanlara nasihatler etmektedir. Ancak köylü kadınlarının sesleri Oğuz Dağı’ndan, karşı Çam Dağı’ndan ve Oğuz Burnu’ndan duyulmaktır.
Yunuslu’ dan yola çıkan kervanın bir ucu Mezar Önüne ulaşmıştır. Mezarlıktan geçen yolcular mezarlık sakinlerine Fatiha okuyarak yola devam ederler. Bu yolculuk hayat yokuşunun ilk ve çok dik bir basamağıdır.
Bozkır’a varan yolcular yüklerini Çay kenarın yıkarlar. Yolculardan bazıları, fırından birer ikişer Pazar ekmeği, yanına da yarım okka ak helva alır. Öğleye doğru Kamyon Bozkır Çayı kenarına gelir. Yükler kamyona doldurulur. Bozkır’a gelenlerle yolcularla tekrar vedalaşır. İmam iki oğlu ile bir daha vedalaşarak oğullarım Allah sizi her türlü bela ve musibetten korusun, yolunuz açık olsun der. Eşyalar yerleştikten sonra her yolcu kendi eşyasının üstüne oturur. Yükü alan kamyon Bozkır’dan Seydişehir istikametine hareket eder. Bozkır çıkışında yolcular son bir defa köyleri tarafına bakarak göz yaşlarını tutamazlar. Kamyon Seydişehir, Beyşehir, Isparta, Denizli üzeri Aydın’a doğru seyahat eder. Ertesi gün sabaha karşı Aydın İli Koçarlı İlçesi ‘ne vasıl olurlar. Bir meydan yerine hurçlarını ve yüklerini yığarlar. Bunu gören Koçarlı’nın ileri gelenleri kırlılar gelmiş diye konuşurlar. Zaten Koçarlının çoğu insanları göçerleri iyi tanımaktadır. Hoş geldin Ramazan Arkedeş, Hoş gelmişsen a be Çavuş’um gibi tabirlerle tanış olurlar. Şehri ilk gören çocuklar devamlı olarak etrafı gözetlemekte ne olup bittiğini anlamaya çalışmaktadır. Yeni bir bölgeye, yeni bir şehre gelmişlerdir. Bir çoğu, otomobili , bisikleti, atlı arabaları, traktörü yeni görmüştür. Akşama doğru göçerler öbek öbek gruplara ayrılır. Koçarlıdan atlı arabalarla Güdüşlü, Dede Köy, Tekeli, Bıyıklı, Kum Bahçe, Bağ Arası, Balta Köy, Çakmar istikametine doğru yol alırlar. Yolculardan kimisi Dede Köye çoğunluğu Güdüşlü köyüne yerleşirler. İbrahim Çavuş Dede Köyden Uzun İsmail Ağa ile iyi dosttur. Daha ilk gün İsmail Ağa sana iyi bir uşak getirdim. Çok temiz ve çalışkan bir çocuk der.
Kastettiği çocuk imamın Arif’tir. Arif bu ağa ile 6 aylık çalışma karışlığı olarak 100 TL.sına anlaşır. İmamın Osman da yine İbrahim Çavuşun ilgilenmesiyle Dede Köyden Ali Molla’nın Ahmet’in yanına bedel durur. Ekiz’ in Osman aynı köyden Çaltı’nın Ahmet’e bedel durur. İsmail Ağa Altmış yaşlarında iri kıyım bir insandır. Boyu uzun olduğu için ona “Uzunİsmail” demişlerdir. İsmail Ağa çocuğu evine getirir. Ona avlunun yanında bir oda hazırlar. Odanın bir penceresi bir de ocağı vardır. Yatak ve yorgan verir. “Oğlum Arif sen bizim artık evladımız oldun. Bizimle oturup kalkacaksın” der. Arif , akşam yemeğini Ağa’nın ailesiyle birlik yer. O akşam Ağanın çocukları Arif’e bir kısım sorular sorar. Nerelisin, baban kimdir gibi. Arif bu sorulara mahcup bir eda ile cevap verir. İsmail Ağanın iki oğlu üç kızı vardır. Oğlanlardan birisinin adı Mesut, diğerinin adı Nuri dir. Büyük oğlan evli, küçük oğlan bekardır. Kızlardan birisi aynı köyden Çaltının Ahmet ile evlidir. Evli oğlanın evi aynı avluya bakmaktadır. Arif yemeğini yemiş kendi odasına çekilmiştir. Gurbet elde bu küçük odada yapayalnızdır. Kendisi Aydın Ovasında olsa da aklı hep köyünde, babasında en önemlisi anasındadır. Hayalen köyün tarlalarını bağlarını , dağlarını ve yaylalarını gezmektedir. Gece yarısı olmuş ama bir türlü uyku tutmamıştır. Bir taraftan da için için göz yaşı dökmektedir. Bu duygularla yatağında uyuya kalmıştır.
Arif sabah ezanı ile uykusundan uyanır. Bir an kendisini köyünde zanneder, ama pencereden baktığı vakit önünde koskoca Aydın Ovası vardır. Ağanın hanımı gelir kapıya vurur. “ Arif kalk be kızanım sabah olmuştur, uyuma gari” der. Arif “tamam Abıla ben de uyandım,” diye ses verir. Ağanın hamımı, bir tepsi içinde tarhana çorbası yanında da tandır ekmeği getirmiştir. “A kuzum bunları ye gayri “der. Arif gelen çorbayı içer;
“Abıla ben ne iş yapacağım” diye sorar.
Abılası ona “Kuzum bugün inekleri alda ırmak kenarındaki tarlaya götür. Onları bir güzel otlat bakiyim. Aman komşuların pırasa tarlasına sokmayasın, komşularla bunca zamandan sonra kötüleşmeyelim.” Der.
Arif bir elinde uzunca bir değnek, belinde azığı, omzunda su matarası, önünde dört inek, üç dana, iki buzağı, bir atla yola çıkar. Gideceği yolu bilmemektedir. Ağanın oğlu Nuri; “ Arif bu gün sığırları beraber götüreceğiz, yolu iyi öğren bir daha seninle gelemem ha” der.
Arif : “Tamam Nuri Ağa, yolu bir bellesem bir daha unutmam” diye cevap verir. O gün akşama kadar sığırları gütmüş, kimsenin tarlasına zarar vermeden sağ salim sığırları geri getirmiştir.
Köyünden geleli bir hafta olmuş, Arif yeni köyünü tanımaya ve işleri öğrenmeye başlamıştır. Bakkaldan bir kağıt kalem alır Babasına bir mektup yazar. Mektup yazarken hayalinden geçen kelimeler boğazına düğümlenir. İçinden şu geçen şu dizelerikağıda döker:
Ateştir gurbetin toprağı taşı
Dert sahibi yapar sağ olan başı
Dinmek bilmiyor gözlerimin yaşı
Anamı babamı göremez oldum.
Buğulu gözlerle mektubunu bitirir.
Arif gün geçtikçe bulunduğu yere uyum sağlamıştır. Ağanın çocuklarıyla dost olmuştur. Yağmurun çok yağdığı günlerde hayvanları otlatmaya götürmeyip evin avlusunda hayvanlara saman ve su vermektedir. Ari f hayvan otlatmaya gitmediği günler zeytin toplamaya, zeytinlerin eve atlarla nakledilmesine yardımcı olmaktadır. Dede Köy, Koçarlı İlçesi’ne bağlı, 300 haneli bir köydür. Kocarlı’ ya 6 km, Aydın İline 30 km uzaklıktadır. Arazileri yaz kış yeşil olup dağlarında zeytin, ovasında yemiş ağaçları vardır. Köyün tarlalarına pamuk ekilmektedir. O yıllarda Dede Köy’de bir ilkokul, üç adet kahvehane, iki bakkal, bir fırın vardır. Kahvehaneye çocukların girmesi yasaktır. İktidarda Demokrat Parti vardır. Başvekil Adnan Menderes’tir. Adnan Bey köylüler tarafından iyi bilinmektedir. Çünkü Dede Köy ile Adnan Beyin doğup büyüdüğü Çakır Beyli komşu köy sayılır. Göçerlerin bir çoğu Adnan Bey’in çiftliğinde çalışmışlardır. Bunlar’ dan Ekiz Koca’nın uzunca bir süre Çakır Beyli’ de çalıştığı rivayet edilir. Emin Bey’in Abdürrezzak ve Ziya, Gazi Osman’ın Mehmet , Ekiz ’in Osman aynı köyde bedel olarak çalışmaktır. Zaman zaman bu çocuklar bir araya gelerek hasret gidermektedirler. Çevrede çalışan köylüler bu çocukları ziyaret edip mukayyet olmaktadır. Ramazan Ağa dayı başı olarak Dede Köy’ de, İbrahim Çavuşun ekipleri Güdüşlü köyünde çalışmaktır.
Günlerden bir gün Abdurrezzak çocuk Arif ‘in yanına gelir. Arif’in abılası sorar :”Çocuğum bu arkedeş kimdir?”
Arif:”Abıla bu benim yeğenimdir.”diye cevap verir.
--“Söyle bakalım adı nedir?”
---“ Abdürrezzak”
- “Amanın pek zordur söylemesi, bunun adı Abdullah’tır .” Der.
Abdürrezzak çok ufak tefek bir çocuktur. Aslında Arif‘ten iki yaş büyüktür. Ama Arif kendisini“ Abdürrezzak’ ın emmisi“diye tanıtır. Bunun için arkadaşı Arif’e . “Ev sakinlerinin olduğu yerde bana emmi de” der. Abdürrezzak da diğer zamanlarda Arif, ev sakinlerinin olduğu yerlerde emmi der. Bir keresinde unutarak “Arif” hitabını duyan Abla Abdurrezzak’ı:”Aaa ! ayıptır be kızanım, emmine niye adıyla söylersin?” diye ikaz eder.
Acısıyla tatlısıyla Dede Köy’ de günler gelip geçer. Mart ayı gelmiş, badem ağaçları çiçek açmıştır. Baharın gelmesi en çok gurbetçi çocukları sevindirmiştir. Dönüş gününü iple çekmektedirler. Ağa, Arif için bir teneke zeytin yağı, 20 kilo zeytin, 15 kilo sabun, 10 kilo yemiş hazırlamış ,”Çocuğum bunları giderken götürürsün.” demiştir.Ariferzakları odasına yerleştirmiştir. Artık dönüş hazırlıkları başlamıştır. Dönüş için Güdüşlü den gelecek haberi beklemektedir. Bir perşembe günü Ekiz ’in Mevlit gelerek, ”Arif, cumartesi kamyon gelecek, hazır ol, seni götüreceğiz” der. Bunu duyan Arif, Ağa ve ailesi ile vedalaşır. Nisan ayının ilk Cumartesi günü Dede köy’den ayrılır.
Kamyon Pazar günü öğleye doğru Bozkır’a vasıl olur. Yolcular Bozkır meydanında inerler. İçlerinden bir haberci köye gider. Köylülere gurbetçilerin döndüğü haberi verilir. Bunu duyan köylüler birer ikişer, eşekle Bozkır’a inerler. Herkes gelen yolcusunu bulur kucaklaşırlar. Çocuklarını karşılamaya gelen İmam da iki oğlu ile kucaklaşarak köyün yolunu tutarlar.
Çocuklarının geleceğini duyan Irahma Aba Recep Yeri ‘n deki bağa kadar gider, burada yolcuları beklemeye koyulur. Çocuklarını bağın altındaki yolda karşılar, göz yaşları ile oğullarını kucaklayarak hasret giderir. Asırlardır devan eden Aydın yolculuğuna bir halka daha eklenmiş olur. Aşiretin kaderi olan bu çile daha yıllarca devam edip gidecektir.
Mustafa ŞEN
15 Şubat 2015
Selçuklu- Konya
Kaynak Kişiler :
1- Osman Şen
2- Osman Ekiz